bannerbanner
Sherlock Holmes'un Vaka Kitabı Bütün Maceraları 9
Sherlock Holmes'un Vaka Kitabı Bütün Maceraları 9

Полная версия

Sherlock Holmes'un Vaka Kitabı Bütün Maceraları 9

Язык: tr
Год издания: 2023
Добавлена:
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
2 из 5

“Sherlock Holmes’un Maceraları” dedi sevgiyle hatta saygıyla diğer kelimeyi bile söyledi: “Maître!”

“Sherlock Holmes mu?” diye sordum.

“Ah, non, non, Sherlock Holmes değil! Ben yazar Sör Conan Doyle’u selamlıyorum. Sherlock Holmes’un hikâyeleri gerçekte zorla yazılmış, aldatmalarla dolu ve çok yapmacıktır ama yazma sanatı… Ah işte o zaman her şey değişir! Dilin verdiği mutluluk ve o muhteşem karakter Dr. Watson’ın yaratılması bambaşka bir şeydir. Ah, işte o gerçek başarıdır!”

Bu pasajda Christie, Holmes’un hikâyelerinde başka bir şeye daha parmak basmaktadır: “Dilin verdiği mutluluk.” 1930’da Arthur Conan Doyle’un ölümünden sonra “The Strand”in editörü Greenhough Smith, Holmes’un hikâyeleriyle ilk karşılaştığı zamanki izlenimlerini anlattı:

“İyi yazarlar çok ender bulunurdu ve bu editör, kötü yazılarla yorulup güçlükle ilerlemeye çalışırken âdeta Tanrı tarafından cennetten bir hediyenin gönderildiğine inanmıştı. Bu bezgin editörün ümitsiz hayatına nihayet mutluluk girmişti. Artık karşısında yeni ve hünerli bir yazar vardı; konular tüm açıklığıyla yazılıyor, stildeki duruluk ile mükemmel bir hikâye ortaya çıkıyordu.”

Holmes ve Watson karakterlerinin yanı sıra, Holmes hikâyelerinin sürekli bir okuyucu kitlesinin olmasının nedeni şudur: Kaç kez okunursa okunsunlar hep taze ve heyecanlı kalıyorlar, renkli karakterlere sahipler, açık yüreklilikle birdenbire değişen konulara rastlanıyor; ayrıca ani ve ürkütücü karanlıklar ve öbür dünyayı hissettirmeleri de hikâyeleri ilginç kılıyor. Ayrıca 221B Baker Caddesi’nin bilindik oturma odasında her zaman yanan şömine ve gaz lambası, pencereden bakıldığında görülen sis ve Holmes ile Watson’ın koltuklarında oturup müşteri beklemeleri okuyucunun güvenini sağlamaktadır. Biliyoruz ki davaları ne kadar saçma ve kötü ya da olaylar ne kadar ürkütücü olursa olsun, her şey sonunda düzelecektir. Yüz yirmi yıldır bu rahatlatıcı sona dayandık ve bir yüz yirmi yıl daha dayanacağımıza inanıyorum. Sherlock Holmes ve Dr. John Watson değişen yıllarda sabit birer noktadır. Kitaplarında 1895 yılında yaşıyor olmalarına rağmen daha çok yaşayacaklar ve insanlar kitaplarını zevkle okumaya devam edecekler.

Christopher ve Barbara Roden

Christopher ve Barbara Roden birer Sherlock hayranıdırlar ve New York’taki Baker Caddesi Aykırıları ve aynı zamanda dünyanın değişik yerlerinde Sherlock Kulüplerine üyedirler. Christopher, Oxford Sherlock Holmes serisi için iki kitap düzenlemiştir ve her ikisi de Sherlock Holmes ve Sör Arthur Conan Doyle için birçok yazı yazmışlardır. Koleksiyonlarında bulunan Conan Doyle’un bilim kurgusu “Kutup Yıldızı’nın Kaptanı” Ash-Tree yayınevi tarafından basılmıştır..

Ünlü Müşteri

Biraz sonra anlatacağım hikâyeyi yazmak için bunca yıl boyunca en az on defa Bay Sherlock Holmes’tan izin istedim ve en sonunda “Artık kimseye zararı olmaz.” diyerek buna razı oldu. Böylece, arkadaşımın meslek hayatında, bazı yönlerden doruk noktası sayılabilecek bu vakayı, kayıt altına alabilmek için gerekli izni koparmıştım.

Holmes ve ben Türk hamamına dayanamazdık. Kurulanma odasında, keyifli bir yorgunluk içinde birlikte sigara içerken onun daha az ketum ve insani değerlerinin daha baskın olduğunu görebiliyordum. Northumberland Caddesi’ndeki bu hamamın üst katında, kuytu bir köşede, yan yana iki tane koltuk bulunur. Hikâyemiz 3 Eylül 1902’de ikimiz bu koltuklarda uzanırken başlar. Hayatında renkli bir şeylerin olup olmadığını sorduğumda, sarındığı havludan uzun, ince, titrek kolunu çıkararak hemen yanında asılı duran paltosunun iç cebindeki bir zarfa uzandı.

“Bu, kılı kırk yaran, kendini beğenmiş birinin oyunu veya gerçekten de bir ölüm kalım meselesi.” dedi bana notu uzatırken, “Burada yazılanlardan daha fazlasını bilmiyorum.”

Not, Carlton Kulübünden geliyordu ve üzerindeki tarih bir önceki geceyi gösteriyordu. Şöyle yazıyordu:

Sör James Damery, Bay Sherlock Holmes’a saygılarını sunar ve yarın saat 4.30’da kendisine uğrayacağını bildirir. Sör James, Bay Holmes’a danışmayı arzuladığı konunun çok hassas ve önemli olduğunu da belirtmek ister. Bu nedenle kendisi, Bay Holmes’un bu görüşmeyi kabul edeceğini umuyor ve Carlton Kulübüne telefon ederek bunu teyit edeceğine inanıyor.

“Bu görüşmeyi kabul ettiğimi söylememe gerek yok herhâlde Watson.” dedi Holmes notu okuyup kafamı kaldırdığımda, “Bu Damery denen adam hakkında bir şey biliyor musun?”

“Sosyetede adını her gün duyuyorum, sadece bu.”

“Neyse, ben sana daha fazlasını anlatabilirim. Gazetelere yansımaması gereken hassas konuları hallederek kazanmış şöhretini. Hammerford Will davasında Sör George Lewis ile yaptığı pazarlığı hatırlayacaksın. Görmüş geçirmiş biri ve diplomasi konusunda oldukça maharetli. Umarım yanlış bir izin peşinde değilizdir ve gerçekten de bizim yardımlarımıza ihtiyacı vardır.”

“Bizim mi?”

“Bana yardım etmeyi kabul edersen evet, bizim, Watson.”

“Onur duyarım.”

“O hâlde saati biliyorsun; 4.30’da. O zamana kadar başka şeylerle meşgul olabiliriz.”

O sıralar Queen Anne Caddesi’ndeki kendi dairemde kalıyordum ama kararlaştırdığımız saatten önce Baker Caddesi’ne gittim. Tam 4.30’da Albay Sör James Damery içeri buyur edilmişti. Onu tarif etmeme gerek yok; çünkü birçoğunuz kendisinin oldukça samimi, dürüst kişiliğini; o geniş, sinekkaydı tıraşlı yüzünü ve en önemlisi o tatlı, boğuk sesini hatırlayacaktır. İrlandalılara has gri gözlerinden, açık yürekliliği okunabiliyordu ve daimî gülümsemesi, ne kadar da hoş bir mizaca sahip olduğunu gösteriyordu. Parlak silindir şapkası, koyu renk paltosu, hatta siyah saten atkısındaki inci iğneden; cilalı ayakkabılarındaki eflatun tozluklara kadar her ayrıntı, kıyafetlerine gösterdiği özeni yansıtıyordu. Bu iri yarı, otoriter aristokrat bir anda ufak odaya hâkim olmuştu.

“Elbette Dr. Watson’ı da görmeyi bekliyordum.” demişti nazikçe reverans yaparak, “Onunla iş birliği içinde bulunmamız iyi olabilir; çünkü uğraştığımız adam şiddet yanlısı biri Bay Holmes. Her şeyi göze alacaktır mutlaka. Avrupa’da ondan daha tehlikeli bir adam yoktur herhâlde.”

“Kendilerini böyle şatafatlı sözlerle tanımlayan birkaç rakibim olmuştu.” dedi Holmes gülümseyerek, “Sigara içmiyor musunuz? Pipomu yakarsam rahatsız olmazsınız umarım. Eğer sizin söz ettiğiniz adam gerçekten merhum Profesör Moriarty veya hâlâ hayatta olan Albay Sebastian Moran’dan daha tehlikeliyse kendisiyle tanışmaya değer. Onun adını öğrenebilir miyim?”

“Baron Gruner’yı duydunuz mu?”

“Şu Avusturyalı katil mi?”

Albay Damery bir kahkaha atarak keçi derisi eldivenlerini havaya fırlatmıştı. “Sizi alt etmek zor, Bay Holmes! Mükemmel! Demek ki onun bir katil olduğunu çoktan öğrenmişsiniz.”

“Avrupa’da işlenen suçlara dair ayrıntıları takip etmek benim işim. Prag’da olanları okuyup da bu adamın suçlu olduğundan şüphe edecek biri var mı? Onu kurtaran, sadece yasal bir boşluk ve tanığın şüpheli ölümü! Eşinin Splugen Geçidi’ndeki ani ölümünün -olayın bir ‘kaza’ olduğu yazılmıştı- sorumlusunun da o olduğuna adım gibi eminim. İngiltere’ye geleceği ve er veya geç onun peşine düşeceğim içime doğmuştu. Her neyse, Baron Gruner bu sefer ne yaptı? Şu eski olayın tekrar su yüzüne çıktığını sanmıyorum.”

“Hayır, bu sefer daha ciddi bir mesele. İntikam almak önemlidir ama suça engel olmak daha da önemlidir. Korkunç, hatta acımasız bir olayın gözlerinizin önünde cereyan etmesi gerçekten çok iğrenç bir şey Bay Holmes. Üstelik durumun nereye varacağını bilmek ve bunu önleyememek daha kötü. İnsanoğlu daha zorlayıcı bir durum ile karşı karşıya kalabilir mi?”

“Muhtemelen hayır.”

“O hâlde temsil ettiğim müşterime hak vereceksiniz.”

“Sizin sadece bir aracı olduğunuzu bilmiyordum. Müşteriniz kim?”

“Bay Holmes, bu konuyu fazla üstelememenizi rica edeceğim. Onu, şerefli isminin hiçbir şekilde bu meseleye karışmayacağına dair temin ettim. Bu çok önemli. Niyeti son derece saygın ve mertçedir ama yine de bilinmek istemiyor. Ücretinizin ödeneceğini ve size tam yetki verileceğini söylememe gerek bile yok. Müşterinizin kim olduğu konu dışı sayılmaz mı sizce?”

“Üzgünüm…” dedi Holmes, “Üstlendiğim davaların bir ucunun muammalı oluşuna alışkınım ama her iki ucunun böyle olması fazlasıyla kafa karıştırıcı. Korkarım ki Sör James, bu davayı reddetmek zorundayım.”

Ziyaretçimiz oldukça rahatsız olmuştu. İri, hassas yüzü, bir anda hissettiklerinden ve yaşadığı hayal kırıklığından dolayı kararmıştı.

“Söylediklerinizin neye yol açacağının farkında değilsiniz Bay Holmes.” dedi, “Beni çok ciddi bir ikilem içinde bırakıyorsunuz. Size olanları anlatabilseydim eminim büyük bir gururla bu davayı üstlenirdiniz; ancak vermiş olduğum bir söz her şeyi açıklamama engel oluyor. En azından size olanları kabaca anlatabilir miyim?”

“Elbette. Yeter ki henüz hiçbir şeyi üstlenmediğimi bilin.”

“Anlıyorum… İlk olarak şunu söyleyeyim: General de Merville adını şüphesiz duymuşsunuzdur, öyle değil mi?”

“Ünlü Hayberli de Merville mi? Evet, tabii ki onu duydum.”

“Onun bir kızı var, adı Violet de Merville; genç, zengin, güzel, başarılı bir kız. Her bakımdan olağanüstü vasıflara sahip. İşte bu tatlı, masum kızı bir zebaninin pençelerinden kurtarmaya çabalıyoruz.”

“Bu durumda, herhâlde Baron Gruner onu tehdit ediyor.”

“Bir kadının tehdit edilebileceği en güçlü şey ile, yani aşk ile tehdit ediyor. Belki duymuşsunuzdur. Bu adam olağanüstü yakışıklı ve çok kibar. Şefkatli ses tonuyla her kadını etkileyebilir. Romantik ve aynı zamanda da gizemli biri. Karşı cins âdeta onun insafına kalmış. O da bundan fazlasıyla faydalanıyor.”

“Ama nasıl oluyor da böyle bir adam, Bayan Violet de Merville’nin konumunda olan bir hanım ile tanışabiliyor?”

“Akdeniz’de bir yat gezisi sırasında tanışmışlar. Pasaportlarını şirket ayarlamış. Organizatörler baronun gerçek kişiliğini biraz geç anlamışlar muhakkak. Alçak, kadının kalbini tamamen kazanana kadar peşini bırakmamış. Bayanın onu sevdiğini söylemek az kalır. Onun üzerine titriyor ve bu, artık bir saplantı hâline gelmiş. Hayatının tek amacı bu adam olmuş. Onun aleyhinde söylenen sözlere kulak asmıyor bile. Bu çılgınlığına engel olmak için ellerinden gelen her şeyi yaptılar ama nafile. Sözün kısası, gelecek ay evlenmek niyetindeler. Artık reşit ve bu konuda çok kararlı olduğu için ona nasıl engel olunacağını kimse bilmiyor.”

“Avusturya olayını da mı bilmiyor?”

“O kurnaz şeytan; geçmişte başına gelen bütün olayları bir bir anlatmış; ancak öyle anlatmış ki kendisini mağdur gibi göstermiş. Kız da onun söylediklerine inanıyor ve başka hiç kimseyi dinlemiyor.”

“Hay aksi! Dikkatsizlik ederek müşterinizin adını ağzınızdan kaçırdığınızın farkında mısınız? Şüphesiz General de Merville.”

Ziyaretçimiz sandalyesinde kıpırdanmaya başladı.

“Öyle olduğunu söyleyerek sizi kandırabilirim Bay Holmes. Ama o zaman sizi aldatmış olurum. De Merville mahvolmuş durumda. O güçlü kuvvetli askerin morali bu olaydan dolayı iyice bozuldu. Savaş alanında asla yıpranmayan çelik gibi sinirleri, artık berbat bir hâlde. Zayıf, eli ayağı tutmayan bir adam olup çıktı. Bu Avusturyalı, çok zeki ve güçlü bir hergele. Artık ona karşı mücadele etmek elinden gelmez. Benim müşterim ise generalin eski bir arkadaşı, onunla yıllardır çok samimi ilişkiler içinde ve kızına karşı çocukluğundan beri babacan duygular besliyor. Bu felaketi engellemek için ne gerekiyorsa yapılmasını istiyor. Bu dava Scotland Yard’a göre değil. Sizinle görüşmemiz onun fikriydi. Ama daha önce de söylediğim gibi, bu meselede adının geçmemesini şart koşuyor. Eminim ki Bay Holmes, sizde bu yetenek varken, müşterimin adını öğrenmeniz an meselesi olurdu; ama sizden rica ediyorum, kimliğini gizli tutmaya devam edelim; çünkü bu, onun için bir onur meselesi.”

Holmes garip bir şekilde gülümsedi. “Sanıyorum buna söz verebilirim.” dedi, “Sorununuz ilgimi çekti ve bu davayı üstlenmeye karar verdim. Sizinle gerektiğinde nasıl irtibata geçeceğim?”

“Carlton Kulübü bana mesajınızı ulaştırır. Ama acil bir durum olursa özel bir numaram var: XX.31.”

Holmes numarayı not aldı. Oturduğu yerde hâlâ gülümsüyordu. Telefon defteri de dizlerinin üzerinde açık kalmıştı.

“Baronun adresini de verir misiniz lütfen?”

“Kingston yakınlarında Vernon Köşkü. Büyük bir ev. Bazı karanlık borsa oyunlarında şansı yaver gitti, şimdi zengin bir adam. Bu da onu daha da tehlikeli bir düşman yapıyor.”

“Şu an evde mi?”

“Evet.”

“Anlattıklarınızın dışında bu adam hakkında başka bilgi verebilir misiniz?”

“Çok pahalı zevkleri var. Atlara çok düşkün. Hurlingham’de kısa bir süre polo oynamış ama bu Prag olayı ortaya çıkınca bırakmak zorunda kalmış. Kitap ve tablo koleksiyonu var. Doğasında çok sanatsal bir yan var yani. Sanıyorum, aynı zamanda Çin çömlekçiliği üzerine oldukça tanınmış bir uzman; hatta bu konuda bir kitabı bile var.”

“Karmaşık bir zihne sahip.” dedi Holmes, “Bütün büyük suçlularda olduğu gibi. Benim eski arkadaşım Charlie Peace de bir keman virtüözüydü. Wainwright da bir sanatçı sayılırdı. Daha bir sürü isim sıralayabilirim. Her neyse Sör James, müşterinize Baron Gruner üzerinde yoğunlaşacağımı söyleyebilirsiniz. Daha fazla ayrıntıya giremeyeceğim şimdi. Benim de bilgi edinmek için kendimce yollarım var ve eminim bu meseleyi kısa sürede açıklığa kavuşturacağız.”

Ziyaretçimiz yanımızdan ayrıldıktan sonra Holmes o kadar uzun bir süre düşüncelere daldı ki benim varlığımı unuttuğunu sandım; ancak en sonunda, canlanarak harekete geçmişti.

“Eh, Watson, bu konuda fikrini beyan edecek misin?” diye sordu.

“Bence, şu genç bayanla bir de sen görüşmelisin.”

“Sevgili Watson, zavallı, kalbi kırık babası bile onu vazgeçiremezken ben bir yabancı olarak kendisini nasıl yola getirebilirim ki? Yine de bütün çabalarımız boşa giderse son çare olarak onunla görüşebilirim. Ancak konuya farklı bir açıdan yaklaşmalıyız. Sanırım Shinwell Johnson’ın bize bir faydası dokunabilir.”

Anılarımda Shinwell Johnson’dan söz etme fırsatını bulamamıştım; çünkü arkadaşımın meslek hayatının son dönemlerindeki davalarını çok nadiren kaleme almıştım. Yüzyılın ilk yıllarında Johnson denen bu adamın çok değerli katkıları olmuştu bize. Ancak üzülerek şunu da belirtmeliyim ki adını ilk duyurduğunda çok tehlikeli bir suçluydu ve iki defa Parkhurst Hapishanesi’ne girmişti. En sonunda tövbe ederek Holmes ile iş birliği yapmış ve Londra’nın büyük suç dünyasında onun ajanı olarak çalışmıştı. Oldukça önemli bilgiler elde etmişti bizim için. Johnson, polis muhbiri olsaydı bu kısa sürede ortaya çıkardı ama doğrudan mahkemeye yansımayan davalarla ilgilendiğinden, arkadaşları yaptıklarını asla fark etmemişti. İki defa hüküm giymenin ona sağladığı cazibeyle şehirdeki her gece kulübüne, batakhaneye ve kumarhaneye girebiliyordu. Gözlem yeteneği ve zekâsı, onu bilgi toplamak için uygun bir ajan hâline getiriyordu. Sherlock Holmes işte bu adama başvurmamızı önermişti.

Arkadaşımın atacağı her adımı takip etmem imkânsızdı, ne de olsa benim de aciliyeti olan işlerim vardı; ama o gece sözleşerek Simpson’s’ta buluşmuştuk. Ön taraftaki ufak bir masada oturup Strand’de hızla akıp giden hayatı seyrederken olanları bir çırpıda anlatıverdi bana.

“Johnson etrafı kolaçan ediyor.” dedi, “Yeraltı dünyasının en karanlık noktalarından bize bir miktar bilgi verebilir. Bu adamın sırlarını suç dünyasının kök saldığı bir yerde bulabiliriz ancak.”

“Ama hanımefendi herkesin bildiği şeyleri bile kabullenmiyorsa senin elde edeceğin yeni bilgileri niye kabullensin ki?”

“Kim bilir Watson? Kadın kalbi ve aklı, erkekler için çözülmesi zor bir bilmece gibidir. Cinayet hoş görülebilir, hatta ona bir açıklama bile getirilebilir ama daha ufak kusurların affedilmediği olur… Baron Gruner bana dedi ki…”

“Siz konuştunuz mu?”

“Ah, sana planlarımdan bahsetmemiştim değil mi? Her neyse Watson, peşine düştüğüm adamla yakın ilişki içinde olmayı severim. Onunla göz göze gelmeyi ve nasıl bir yapıda olduğunu görmeyi isterim. Johnson’a talimatlarımı verdikten sonra bir arabayla Kingston’a gittim. Baron bana karşı oldukça nazik davrandı.”

“Seni tanıdı mı?”

“Bunda pek zorluk yaşamadı; çünkü kartvizitimi göndermiştim. Müthiş bir düşman… Soğukkanlı, kadife gibi bir sesi var. Senin şu şık mütehassısların kadar rahatlatıcı… Ama bir kobra gibi zehir saçıyor aynı zamanda. Suç dünyasındaki gerçek bir aristokrat gibi davranıyor, âdeta soyunda var bu özellik. Bana çay içme teklifinde bulunduğunda, ondaki yapmacıklığı ve içten gelen zalimliği görecektin. Gerçekten de dikkatimin Baron Adelbert Gruner’ya yöneltilmesinden hoşnutum.”

“Nazik davrandığını söylemiştin.”

“Biraz sonra fareyi yakalayacağına inanan uysal bir kedi gibiydi. Bazı insanların nezaketi diğerlerinin şiddetinden daha ölümcüldür. Kendine has tarzıyla beni buyur etti. ‘Sizi er ya da geç göreceğimi biliyordum Bay Holmes.’ dedi, ‘Şüphesiz kızı Violet ile olan evliliğimi engellemek için sizi General de Merville tuttu. Bu doğru, öyle değil mi?’

Haklı olduğunu söyledim.

‘Sevgili dostum…’ dedi, ‘Sadece hak ettiğin itibarlı unvanını bir felakete sürüklemiş olursun. Başarıyla sonuçlandırabileceğiniz bir dava değil bu. Maruz kalacağınız tehlike bir yana, boşuna çabalamış olacaksınız. Gerçekten de bu davadan geri çekilmenizi tavsiye edeceğim.’

‘Çok ilginç…’ dedim, ‘Ben de size aynı tavsiyede bulunacaktım. Zekânıza saygım sonsuz baron ve gördüğüm kadarıyla kişiliğiniz de bu düşüncemi destekliyor. Sizinle erkek erkeğe konuşalım. Hiç kimse geçmişinizi ince ince araştırıp sizi gereksiz yere rahatsız etmek istemiyor. Geçmiş geçmişte kaldı ve artık serin sularda sayılırsınız. Ama bu evlilikte ısrar ederseniz İngiltere’yi sizin için yaşanmayacak bir hâle getirmek isteyen bir sürü güçlü düşmanınız ortaya çıkacaktır. Bu oyuna değer mi? Hanımefendiyi terk ederek çok daha akıllıca davranmış olacaksınız. Geçmişiniz onun dikkatine sunulursa tabii ki sizin için hoş bir durum olmaz.’

Baronun burnunun altında uzanan bıyıkları, bir böceğin kısa antenlerine benziyordu. Beni dinlerken bıyıkları keyifle titredi. En sonunda dayanamayarak kıkırdamaya başladı.

‘Neşemi bağışlayın Bay Holmes.’ dedi, ‘Ama düzgün bir eliniz olmadığı hâlde kâğıt oynamaya çalıştığınızı görmek beni bayağı keyiflendirdi. Bunu sizden daha iyi kimse yapamazdı. Ama yine de acınacak bir hâlde olduğunuzu düşünüyorum. Elinizdeki kâğıt en ufağın da ufağı sayılır Bay Holmes.’

‘Öyle mi diyorsunuz?’ ‘Öyle olduğunu biliyorum. Bir konuyu açıklığa kavuşturayım; çünkü benim elim o kadar iyi ki size gösterebilirim. Bu bayanın bütün sevgisini kazanacak kadar büyük bir şansa sahibim. Geçmişte yaşadığım bütün tatsız olayları kendisine anlattığım hâlde yine de sevgisi azalmadı. Ona bazı gaddar ve düzenbaz insanların -bu arada kendinizi de bu insanlardan biri sayılabilirsiniz- kendisine geleceğini ve bazı şeyler anlatacağını söyledim. Onlara karşı nasıl davranması gerektiği konusunda kendisini ikaz ettim. Hipnotizma sonrası telkinleri duymuşsunuzdur Bay Holmes. Her neyse, adi numaralara veya maskaralıklara başvurmadan kişilik sahibi bir beyefendinin hipnotizma yoluyla neler elde edebileceğini göreceksiniz. Sözün kısası, sizi görmeye hazır. Hiç şüphem yok ki sizinle görüşmeyi kabul edecektir. Çünkü babasının isteklerine karşı boynu kıldan incedir. Sadece bizim ufak meselemiz dışında tabii.’

Evet, Watson, söyleyecek başka söz kalmamıştı, bu nedenle elimden geldiğince asil davranarak oradan ayrılmaya karar verdim. Ama kapıya yönelir yönelmez beni durdurdu.

‘Bu arada Bay Holmes…’ dedi, ‘Fransız ajanı Le Brun’ı tanır mıydınız?’

‘Evet.’ dedim.

‘Onun başına gelenleri de duydunuz mu?’

‘Montmartre bölgesinde bazı kabadayılar tarafından fena hâlde dövüldüğünü ve kötürüm kaldığını duymuştum.’

‘Doğrudur, Bay Holmes. Çok ilginç bir tesadüftür ki ondan daha bir hafta öncesinde benim işlerime burnunu sokuyordu. Yapmayın Bay Holmes, sizin için iyi olmaz. Birkaç kişi bunu daha önce öğrendi. Size söyleyecek son sözüm, kendi yolunuza gitmenizdir. Hoşça kalın!’

İşte durum bu Watson. Artık her şeyi biliyorsun.”

“Adam çok tehlikeli görünüyor.”

“Oldukça tehlikeli. Ben kabadayılık taslayanlara pek aldırmam ama bu adam dediklerini yapacak türden.”

“Bu işe karışmak zorunda mısın? Bu kızla evlenip evlenmemesi çok mu önemli senin için?”

“Son eşini öldürdüğüne dair şüphemiz olmadığına göre önemli olduğunu söyleyebilirim. Ayrıca müşterimizi de unutma! Her neyse, bu konuya girmemize gerek yok. Kahveni bitirdiğinde benimle daireme gelsen iyi olur; çünkü bizim gamsız Shinwell, raporunu vermek üzere orada hazır bulunacak.”

Gerçekten de eve ulaştığımızda bizi bekliyordu. İri yarı, kaba, kırmızı yüzlüydü. İskorbüt hastalığına yakalanmıştı. Bir çift kopkoyu siyah göz, kurnazlığını dışarı vuran tek özelliğiydi. Belli ki krallığı denilebilecek yeraltı dünyasına hemen dalmıştı. Hemen yanında oturan zayıf, solgun, ciddi bir yüze sahip bir kadın oturuyordu. Hâlâ genç olan bu kadın, geride bıraktığı o korkunç yılların günahları ve acı dolu izleriyle yıpranmıştı. Üstelik cüzzamlı bir kadındı.

“Bu, Bayan Kitty Winter.” dedi Shinwell Johnson tombul eliyle işaret ederek, “Onun bilmediği… Her neyse, kendi adına konuşsun… Mesajınızı alır almaz Bay Holmes, onu bir saat içinde buldum.”

“Beni bulmak kolay zaten.” dedi genç kadın, “Kahrolası Londra! Beni her arayan buluyor! Şişko Shinwell için de adres aynı. Biz eski arkadaş sayılırız şişko, sen ve ben. Ama vay canına! Şu dünyada adalet olsaydı, cehennemin dibine kadar yolu olan bir herif daha var! İşte siz de o adamın peşindesiniz Bay Holmes.”

Holmes gülümsedi. “İyi dileklerinize katılıyorum Bayan Winter.”

“Onu ait olduğu yere sokmayı başarabilirseniz sonsuza kadar emrinize amadeyim.” dedi ziyaretçimiz büyük bir öfke patlamasıyla. Kadınlarda çok nadir görülen ama erkeklerin asla sahip olamayacağı nefret yoğunluğunu o beyaz, kararlı yüzünde ve alev saçan gözlerinde görebiliyorduk.

“Geçmişimi araştırmanıza gerek yok Bay Holmes. Zaten pek bir geçmişim de yok. Ben sadece Adelbert Gruner’nın yarattığı bir kişiyim. Onu cehenneme bir gönderebilsem!..” Elleriyle havaya çıldırmışçasına yumruklar savurdu. “Birçok insanı düşürdüğü çukura bir de ben onu itebilsem!”

“Durumun ne olduğunu biliyorsunuz.”

“Şişko Shinwell bana olanları anlattı. Başka bir zavallının peşinde ve bu sefer de onunla evlenmek istiyormuş. Siz de buna engel olmak istiyorsunuz. O adamla kilisede evlenmek isteyen terbiyeli bir bayanın bunu yapmasını engellemek gerektiğini bilecek kadar tanımışsınız o şeytanı.”

“Bu kız mantıklı düşünemiyor. Delice âşık ona. Bu adam hakkında bilmesi gereken her şey anlatıldı ama umurunda değil.”

“İşlediği cinayeti de anlattınız mı?”

“Evet.”

“Vay be, bayağı sağlam sinirlere sahipmiş desenize!”

“Hepsinin iftira olduğuna inanıyor.”

“Onun o aptal gözlerinin önüne hiçbir delil sermediniz mi?”

“Bu konuda sizin yardımcı olmanızı isteyeceğiz.”

“Ben tek başına bir delil sayılmaz mıyım? O kızın yanına gidip beni nasıl kullandığını anlatsam…”

“Bunu gerçekten yapar mıydınız?”

“Yapar mıyım? Elbette yaparım!”

“Her neyse, denemeye değer. Ancak adam, günahlarının çoğunu ona anlatarak af dilemiş. Anladığım kadarıyla kız bu konu üzerinde bir daha durmayacak.”

“Her şeyi anlatmadığına bahse girerim.” dedi Bayan Winter, “Onca yaygarası koparılan cinayetin dışında bir iki tanesine de ben şahit oldum. O kadife ses tonuyla bir cinayetten bahseder, sonra da bana gözlerini dikip, ‘Bir ay içinde ölüverdi.’ derdi. Palavra da değildi ama pek umursamıyordum; ne de olsa ben de ona o zamanlar sırılsıklam âşıktım. Ne yapsa umrumda değildi, tıpkı bu zavallı kızcağızın umrunda olmadığı gibi! Sadece bir şey beni çok sarsmıştı. Evet, öyle… Her şeye bir açıklama getirip beni sakinleştiren o zehirli, yalanlar saçan dili olmasaydı, inanın bana, onu o gece terk ederdim. Onun bir defteri var; kilidi olan, kahverengi, deri bir defter. Dış kısmında da altın renginde bir arması var. Sanıyorum o gece biraz sarhoş olmuştu, yoksa hayatta bana göstermezdi.”

“Neydi o peki?”

“Size şunu söyleyeyim Bay Holmes, bu adam kadın koleksiyonu yapıyor. Bazı erkekler güve veya kelebek koleksiyonu yapıp bundan nasıl gurur duyuyorsa o pislik de kendi koleksiyonundan gurur duyuyor. Her şey o defterde yazılı. Şipşak fotoğraflar, isimler, ayrıntılar, kızlar hakkında her şey yazılı orada. Çok iğrenç bir defter; hiçbir erkek, sokaklardan gelse bile öyle bir defter tutmayı akıl edemez. Ama bu Adelbert Gruner’nın defteri işte. ‘Mahvettiğim Ruhlar.’ Biraz düşünceli olsaydı kabına bunu yazardı. Ama onu ortalık yerde göremezsiniz, zaten işinize de yaramaz. Yarasa bile ona kolay kolay ulaşamazsınız.”

“Defter nerede?”

“Artık nerede olduğunu bilemem. Bir yıldan fazla oldu ondan ayrılalı. O zamanlar nerede sakladığını biliyorum ama. Birçok yönden düzenli ve titizdir. O yüzden defter, hâlâ çalışma odasındaki eski masasının çekmecesinde duruyor olabilir. Evi daha önceden gördünüz mü?”

На страницу:
2 из 5