bannerbanner
Sherlock Holmes Son Selam Bütün Maceraları 8
Sherlock Holmes Son Selam Bütün Maceraları 8

Полная версия

Sherlock Holmes Son Selam Bütün Maceraları 8

Язык: tr
Год издания: 2023
Добавлена:
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
4 из 4

Holmes elini müfettişin omzuna koydu.

“Meslek hayatınızda çok iyi yerlere geleceğinize eminim. Sizde yetenek ve aynı zamanda önsezi var.” dedi.

Baynes sevinçle dolmuştu.

“Bir hafta boyunca sivil giyimli bir adamımı istasyonda beklettim. Büyük Kubbe’de yaşayanlar nereye gitse onları takip edecekti. Bayan Burnet kaçtığında endişelenmiş olmalılar. Neyse ki sizin adamınız onu kurtardı ve her şey iyi bir sonla bitti. Kadının ifadesini almadan kimseyi tutuklayamayız, o yüzden ne kadar çabuk konuşabilirse hepimiz için o kadar iyi olacak.”

“Her geçen dakika daha da güçleniyor.” dedi Holmes mürebbiyeye bakarak, “Ama söyler misiniz Baynes, bu Henderson denen adam kim?”

“Henderson…” diye başladı müfettiş, “Onun asıl adı Don Murillo’dur. Bir zamanlar ona ‘San Pedro’nun Kaplanı’ derlerdi.”

San Pedro’nun Kaplanı! Bu adamın geçmişinin tamamı yıldırım hızıyla zihnimden geçti. Bir ülkeyi yöneten en iffetsiz, en kana susamış zorba olarak nam salmıştı. Üstelik medeniyet iddiasıyla yapmıştı bunları. Güçlüydü, korkusuzdu, yorulmak bilmezdi. Korkudan sinmiş halkına on on iki yıl boyunca tiksindirici ahlaksızlıklarını dayatmıştı. Orta Amerika’da onun adını duymak yeterince dehşet vericiydi. Bu sürenin sonunda ona karşı evrensel bir ayaklanma söz konusu olmuştu. Ama zalim olduğu kadar kurnaz da bir adamdı ve yaklaşmakta olan tehlikelerin ilk fısıltılarında, tayfası, onun sadık taraftarlarıyla dolu bir gemiye bütün hazinelerini gizlice nakletmişti. Ertesi gün isyancıların taarruz ettiği yer, aslında boş bir saraydı. Diktatör, iki çocuğu, sekreteri ve servetiyle birlikte firar etmişti. O andan itibaren bütün dünyadan silinmişti âdeta ve Avrupa basınında sık sık adı geçiyordu.

“Evet efendim, Don Murillo, San Pedro Kaplanı.” dedi Baynes, “Eğer araştırırsanız San Pedro’nun resmî renklerinin yeşil ve beyaz olduğunu göreceksiniz, tıpkı notta söz edildiği gibi Bay Holmes. Kendisine Henderson diyordu ama ben onun izini sürdüm: Paris, Roma, Madrid ve hatta 1886 yılında gemisinin geldiği Barcelona… İntikam almak için hep onun peşindeydiler; ama izini daha yeni yeni bulabildiler.”

“Onu bir yıl önce buldular.” dedi Bayan Burnet. Artık oturmuş, sohbeti dikkatle dinliyordu. “Bir kere öldürme girişiminde bulundular ama şeytan onu korudu. Bu sefer asil kahraman Garcia şehit düştü. O canavar da hâlâ dolaşıyor sokaklarda! Ama bir başkası gelecek ve ardından biri daha… Ta ki adalet yerini bulana kadar. Bundan yarın güneşin doğacağına emin olduğum kadar eminim.” Nefretinden doğan hırs yüzünden elini yumruk yapmıştı. Beti benzi atmıştı.

“Ama bu meseleye nasıl oldu da karıştınız Bayan Burnet?” diye sordu Holmes, “Bir İngiliz hanımefendisinin böyle vahşice bir maceraya karışması şaşılacak şey doğrusu.”

“Karıştım çünkü şu dünyada adaleti başka türlü sağlayamazdık. Yıllar önce San Pedro’da akan onca kan, İngiliz kanunlarının umurunda mı? Veya bu adamın çaldığı bir gemi dolusu hazine için bir şey yapacaklar mı? Bunlar, size göre, başka bir gezegende işlenmiş suçlar gibi; ama biz gerçekleri biliyoruz. Cehennemde bile Don Murillo’dan daha beter bir şeytan yoktur. İntikam almak için çığlık atan kurbanları olduğu sürece bizim için huzur yok.”

“Şüphesiz dediğiniz gibi biri olmalı.” dedi Holmes. “Çok gaddar olduğunu daha önce duymuştum. Ama siz nasıl etkilendiniz bu adamdan?”

“Size her şeyi anlatacağım. Tehlikeli bir rakip olarak gördüğü herkesi sözde bahanelerle öldürüyordu. Onun politikası öldürmekti. Benim kocam -benim gerçek adım Sinyore Victor Durando’dur- Sen Pedro’nun Londra elçisiydi. Orada tanışıp evlendik. Şu dünyada ondan daha asil bir adam tanımadım. Maalesef Murillo, onun nasıl biri olduğunu duymuş, bir bahane bularak da yanına çağırmıştı. Onu öldürttü. Sanki kaderi içine doğmuştu ve beni yanında götürmeyi reddetmişti. Mallarına el konuldu ve ben düşük bir gelir ve kırılmış bir kalple ortada kalakaldım.

Sonra o zorbanın çöküşü yaşandı. Sizin de anlattığınız gibi paçayı kurtarmıştı. Birçok hayatı mahvetti; birçok insan, onun, en yakınlarını ve en sevdiklerini işkencelere maruz bırakarak kurban etmesini izledi. Tabii bu insanlar onun peşini bırakmaya niyetli değillerdi. Bir araya gelip bir topluluk kurdular ve işi bitirene kadar asla dağılmamaya yemin ettiler. Devrilmiş diktatörün adını Henderson olarak değiştirdiğini öğrendikten sonra benim görevim, onun yanında bir iş bulmaktı. Böylece onun her hareketini diğerlerine bildirebiliyordum. Bunu da mürebbiye göreviyle yerine getirebiliyordum. Her yemekte karşısında oturan kadının, bir saat içinde aldığı kararla ölüme gönderdiği adamın karısı olduğunu bilmiyordu. Ona gülümsedim, çocuklarına karşı görevimi yerine getirdim ve zamanın gelmesini bekledim. Paris’te bir girişimde bulunulmuştu ama başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Sürekli Avrupa’da zikzaklar çizerek takipçileri atlatmak amacıyla oradan oraya dolaşıp durduk ve en sonunda İngiltere’ye ilk geldiğinde kiraladığı bu eve yerleştik.

Ama burada da adaletin temsilcileri onu bekliyordu. San Pedro’nun ileri gelenlerinden birinin oğlu olan Garcia, onun bu eve geri döneceğini biliyordu, mütevazı görevleri olan iki güvenilir arkadaşıyla birlikte buraya yerleşti. Üçü de intikam ateşiyle yanıp tutuşuyordu. Gündüzleri harekete geçemiyorlardı. Çünkü Murillo, her türlü önlemi alarak etrafında pervane olan Lucas olmadan dışarı çıkmıyordu -eski parlak günlerinde bu adam Lopez adıyla tanınıyordu. Ancak geceleri yalnız uyuyordu. Her şeyin acısını çıkartmak kolay olabilirdi. Önceden kararlaştırdığımız bir gecede arkadaşlarıma son talimatlarımı gönderdim. Ne de olsa adam sürekli tetikteydi ve oda değiştiriyordu. Kapıların açık olup olmadığını kontrol edecektim ve yola bakan bir pencerede yeşil veya beyaz bir ışıkla her şeyin yolunda olup olmadığını veya girişimlerimizin ertelenmesi gerektiğini işaret edecektim.

Ama hiçbir şey yolunda gitmedi. Bir şekilde Sekreter Lopez’in şüphesini çekmiştim. Notumu bitirmeden arkamdan sessizce yaklaşmış ve üzerime saldırmıştı. O ve patronu beni sürükleyerek odama götürmüşlerdi ve suçu kanıtlanmış, vatan haini bir kadınmışım gibi beni yargıladılar. Yapılacak olan saldırıdan nasıl kurtulacaklarını bilselerdi beni hemen oracıkta bıçaklayarak öldürürlerdi. Aralarında epey tartıştıktan sonra beni öldürmenin çok tehlikeli olacağına karar verdiler. Ama Garcia’dan sonsuza kadar kurtulmak niyetindelerdi. Beni bağladılar. Murillo ben adresi verinceye kadar kolumu büktü. Garcia için bunun ne anlama geleceğini bilseydim, yemin ederim, kolumu koparsalar bile ağzımı sıkı tutardım. Lopez benim yazdığım notun üzerine adresi ekledi, mühürledi ve hizmetkârlardan Jose ile yolladı. Onu nasıl öldürdüler bilemiyorum ama darbeyi indiren Murillo olmalı; çünkü Lopez’i yanıma dikmişti. Sanıyorum yolun kıvrıldığı yerdeki karaçalıların arasına gizlenip o geçtiği sırada üzerine saldırdı. Asıl niyetleri, onu eve çağırıp olaya bir soygun süsü vermek ve sonra da onu öldürmekti. Ama sonra bunun, soruşturma sırasında kendi kimliklerinin ifşa edilmesine sebep olacağını düşündüler ve daha başka saldırılara meydan vermemek adına bundan vazgeçtiler. Garcia’nın ölümüyle diğer takipçilerin korkacağını ve bu eylemlerini sona erdireceklerini düşündüler.

Eğer yaptıklarından haberdar olmasaydım her şey onlar için yolunda gidebilirdi. Şüphesiz benim hayatım da birçok defa tehlikeye girdi. Odama kapatıldım, onların en iğrenç tehditleriyle korkutuldum, hatta hevesimi kırmak için beni hırpaladılar. Omzumdaki bıçak izine bakın, bunlar da kollarımdaki yaralar. Bir keresinde pencereden sesimi duyurmaya çalışmıştım. Hemen ağzımı tıkamışlardı. Tutsaklığım beş gün boyunca sürdü. Bana yeterince yiyecek de vermiyorlardı. Bugün öğleden sonra çok güzel bir öğlen yemeği getirilmişti; ama bitirdikten sonra uyuşturulduğumu anladım. Yarı iteklenip, yarı taşınarak arabaya götürüldüğümü, sonra da trene bindirildiğimi hayal meyal hatırlıyorum. İşte o zaman, tam trenin tekerlekleri harekete geçeceği sırada özgürlüğümün kendi ellerimde olduğunu anladım. Ok gibi fırladım. Sürükleyerek geri getirmeye çalıştılar. Beni arabasına götüren bu iyi niyetli adam olmasaydı onların elinden asla kurtulamazdım. Tanrı’ya şükür, şimdi onların ellerinden çok uzaktayım.”

Bu olağanüstü açıklamayı hepimiz pürdikkat dinlemiştik. Sessizliği ilk bozan Holmes olmuştu.

“Henüz tüm engellerin üstesinden gelemedik.” dedi kafasını sallayarak, “Polisi ilgilendiren kısmı bitti belki ama şimdi yasal işlemler başlıyor.”

“Evet.” dedim, “İyi bir avukat olayı nefsi müdafaa olarak mahkemeye sunabilir. Geri planda yüzlerce işlenmiş suçları var belki ama sadece bununla yargılanabilirler.”

“Haydi, haydi!” dedi Baynes neşelenerek, “Ben kanunlara sizden fazla güveniyorum galiba. Nefsi müdafaa ayrı ama bir adamı soğukkanlılıkla tuzağa düşürüp öldürmek başka bir şey… Hayır, hayır bir sonraki Guildford Mahkemesi’nde Büyük Kubbe’nin sakinlerini görünce haklı olduğumu göreceksiniz.”

Ancak San Pedro Kaplanı’nın hak ettiği cezayı bulması için biraz daha zaman geçmeliydi. O ve arkadaşı, Edmonton Caddesi’nde bir pansiyona girip Curzon Meydanı’na açılan arka kapıdan çıkarak takipçilerine izlerini kaybettirdiler. O günden sonra bir daha İngiltere’de görülmediler. Altı ay sonra Madrid’de, Escurial Otelinde, Montalva markisi ile sekreteri Sinyor Rulli odalarında ölü bulundular. Suç nihilistlerin üzerine atıldı ve katiller asla tutuklanamadı. Dedektif Baynes bizi Baker Caddesi’nde ziyarete gelmişti. Yanında getirdiği resimlerden sekreterin koyu tenli yüzünü ve patronunun otoriter görünüşü ile gür kaşlarını tanımamak imkânsızdı. Şüphesiz adalet gecikmeli de olsa yerini bulmuştu.

“Çok karmaşık bir davaymış Sevgili Watson.” dedi Holmes akşam piposunu içerken, “Bunu her zamanki gibi kısaca anlatıp geçemeyeceksin. İki kıtayı kapsıyor, esrarengiz kimselerden oluşan iki grubu ilgilendiriyor ve onurlu arkadaşımız Scott Eccles’ın varlığı ile daha da karmaşık bir hâl alıyor. Merhum Garcia parlak zekâlı ve kendini koruma açısından iyi gelişmiş içgüdülere sahip biriydi. Bunca karmaşa arasında değerli ortağımız dedektif ile birlikte en önemli ipuçlarını yakalayıp o eğri büğrü sarmal yolda ilerleyebilmemizdeki başarı şaşılacak şey doğrusu. Senin anlayamadığın bir nokta kaldı mı?”

“Melez aşçının geri dönme sebebi.”

“Sanırım mutfaktaki o tuhaf şey bunu açıklayabilir. San Pedro’nun geri kalmış bölgelerinden gelen canavar ruhlu, ilkel bir adammış. O şey de onun putuymuş. Birlikte önceden ayarlanmış bir sığınağa kaçarken -ki şüphesiz orada onları bekleyen bir suç ortağı vardı-arkadaşı, böylesine riskli bir eşyayı arkalarında bırakmaları için onu ikna etmiş olsa gerek. Ama melezin aklı onda kalmıştı ve tekrar almak için ertesi gün döndüğünde pencereden içeriyi incelerken Memur Walters’ın orada nöbet tuttuğunu gördü. Üç gün daha bekledi. Ama ona olan sevgisi ve batıl inancı, onu tekrar oralara sürükledi. Her zamanki zekâsı ile Dedektif Baynes bana olayı kısaca anlattı. Durumun önemini fark edince ona bir tuzak hazırladı ve o yaratık da kolayca tuzağa düştü. Başka bir şey var mı Watson?”

“Parçalanmış kuş, kanla dolu kova, kömürleşmiş kemikler, o tuhaf mutfağın gizemi… İşte bunları merak ediyorum.”

Holmes gülümseyerek defterinden bir sayfa açtı.

“Bir sabahımı İngiliz Müzesinde geçirdim. Bunu ve başka notları araştırdım. Eckermann’ın ‘Vuduculuk ve Zencilerin Dinleri’ kitabından sana bir alıntı okuyacağım: Gerçek bir vudu müridi masum olmayan tanrılarını yatıştırmak için belli başlı kurbanlar vermek zorundadır. Aşırı durumlarda bu ayinlerde insan kurban edilir ve ayin onun etini yemekle son bulur. Genelde canlı canlı yolunmuş ve parçalanmış beyaz bir horoz veya boğazı kesilerek vücudu yakılmış bir keçi kurban verilir.”

“Gördüğün gibi vahşi arkadaşımız pek inançlıymış. Çok tuhaf Watson!” diye devam etti Holmes defterini yavaşça kapatırken, “Ama şunu da söylemeliyim, bazen ‘tuhaflığın’ bir adım ötesi dehşet olabiliyor.”

Karton Kutu

Arkadaşım Sherlock Holmes’un olağanüstü zihinsel özelliklerini gösteren birkaç tipik vakayı seçerken az ses getiren olayları sunmaya çabaladım elimden geldiğince; ama aynı zamanda yeteneklerini en çok açığa çıkaranları seçtim. Oysaki suçlu ile ses getiren olayları birbirinden tamamen ayırmak maalesef imkânsızdır ve bu durumda da tarihçi ikilem içinde kalır. Ya hikâyesi için önemli ayrıntıları kurban ederek problem konusunda yanlış bir izlenim uyandıracak ya da seçim yerine tesadüfleri ön plana çıkaracak. Bu ufak önsözden sonra, tuhaf ve oldukça korkunç olaylarla dolu notlarıma geri dönebilirim.

Bunaltıcı bir ağustos günüydü. Baker Caddesi fırın gibiydi ve karşı taraftaki evin sarı tuğlalarına vuran kızgın güneş, insanın gözünü alıyordu. Kış aylarının kasvetli sisi arasında beliren duvarların, aynı duvarlar olduğuna inanmak oldukça zordu. Perdelerimiz yarı kapalıydı ve Holmes sabah postasıyla aldığı bir mektubu kanepenin üzerinde kıvrılarak tekrar tekrar okudu. Bana gelince… Hindistan’da yapmış olduğum hizmetlerden dolayı soğuktan çok sıcağa dayanıklıydım ve termometrenin 32 dereceyi göstermesi benim için bir sıkıntı değildi. Ancak sabah gazetesinde okumaya değer bir şey olmaması can sıkıcıydı. Sadece Parlamento tatile girmişti. Herkes şehir dışındaydı ve ben New Forest’ın ormanlık alanlarına veya Büyük Okyanus’un parıltısına özlem duyuyordum. Tükenmiş bir banka hesabı tatilimi ertelememe sebep olmuştu. Arkadaşıma gelince… Ne kır havası ne de deniz onun için en ufak bir cazibe arz etmiyordu. Her tarafa uzanarak, insanların arasında dolaşarak, çözüme ulaşmamış suçlar hakkında duyduğu en ufak dedikodu ve şüpheye karşı duyarlı davranarak, beş milyon insanın ortasında yaşamayı tercih ederdi. Sahip olduğu onca yeteneğin arasında doğaya değer verme duygusu yoktu ve onun tek sevinç kaynağı, şehirde kötülük edenlerin izini sürüp ülkesinin iyiliği için onları yakalamaktı.

Holmes’un dikkatini başka yöne verdiğini ve sohbet etmek için uygun bir zaman olmadığını anlayınca, gazeteyi bir kenara fırlatarak sandalyemde iyice geriye yaslandım ve derin, ciddi düşüncelere daldım. Birdenbire arkadaşımın sesi düşüncelerimi bölmüştü.

“Haklısın Watson.” dedi, “Gerçekten de bir meseleyi çözüme ulaştırmak için çok mantıksız bir yöntem.”

“Sahiden de mantık dışı!” diye haykırdım. Ama ruhumun derinliklerindeki en gizli düşüncelerimi yüksek sesle tekrarladığını anlayınca sandalyemde dik oturdum ve anlamsız bir ifadeyle baktıktan sonra şaşkınlığımı saklayamadım.

“Neler oluyor, Holmes?” diye haykırdım, “Tahmin edebileceğimden de ileri gittin.”

Şaşkınlığım karşısında kahkahalarla gülmüştü.

“Hatırlar mısın?” dedi, “Kısa bir süre önce sana, Poe’nun kısa hikâyelerinden bir pasaj okumuştum; hani arkadaşının dile getirilmemiş düşüncelerini söyleyen bir mantıkçıdan söz ediyordu. Sen bunun yazarın bir yetenek gösterisi olduğuna inanmıştın. Ben böyle bir alışkanlığımın olduğunu ve sürekli bunu yaptığımı söyleyince de şüphelerini dile getirmiştin.”

“Ah, hayır, öyle yapmadım!”

“Belki sözle söylemedin, Sevgili Watson ama böyle düşündüğünü kaşlarından anlamıştım. Onun için, gazeteyi bir kenara fırlatarak düşüncelere daldığını görünce bunu yorumlama fırsatını yakaladığıma sevindim. Sonunda bunu başardım ve uyum içinde olduğumuzu ispatladım.”

Yine de tatmin olmaktan çok uzaktım. “Ama bana okuduğun pasajda…” diye başladım, “Mantıkçı, gözlemlediği adamın davranışlarından yola çıkarak bir sonuca varabilmişti. Yanlış hatırlamıyorsam arkadaşı yolda yürürken taşa takılıp tökezliyor, yıldızlara bakıyor vesaire vesaire… Oysa ben sessizce sandalyemde oturuyordum. Sana ne gibi bir ipucu vermiş olabilirim ki?”

“Kendine haksızlık ediyorsun. İnsanlar duygularını yüz hatlarıyla belli ederler ve senin yüz hatlarının her biri oldukça sadık bir hizmetkâr.”

“Yüz ifademden düşüncelerimi okuyabildiğini mi söylemek istiyorsun?”

“İfadenden ve özellikle gözlerinden… Nasıl hayallere dalmaya başladığını hatırlamıyorsundur belki.”

“Hayır, hatırlamıyorum.”

“O zaman sana anlatayım. Gazeteyi fırlattıktan sonra -ki ilk o zaman dikkatimi çekmeyi başarmıştın- yarım dakika kadar boş bir ifadeyle öylece oturup kaldın. Sonra General Gordon’ın yeni çerçevelenmiş tablosuna gözlerini dikip bakakaldın. İşte o zaman yüz ifadendeki değişiklikten yeni düşünceler zincirinin başladığını anladım. O an pek fazla bir şey elde edemedim. Kitaplığının üzerinde duran Henry Ward Beecher’ın çerçevelenmemiş portresine gözlerin takıldı bu sefer. Sonra da duvara göz attın, artık her şey aşikârdı. Eğer bu portre çerçevelenmiş olsaydı oradaki boşluğu tamı tamına dolduracağını ve yanındaki Gordon’ın tablosuyla uyumlu hâle geleceğini düşünüyordun.”

“Muhteşem! Beni çok iyi anlamışsın!” diye haykırdım.

“Şu ana kadar yanlış yola sapmam imkânsızdı. Artık düşüncelerin tekrar Beecher’a dönmüştü; yüz hatlarını inceleyerek karakter analizi yapıyormuşçasına dikkatle bakmaya başladın. Bunun üzerine gözlerini kıstın; ama bakmaya devam ettin. Düşünceli bir tavır takındın. Beecher’ın meslek hayatındaki olayları hatırladın. İç Savaş sırasında Kuzeylilerin tarafında yer aldığını düşünmeden edemeyeceğinin farkındaydım; çünkü bir keresinde buna nasıl da öfkelendiğini söylemiştin bana. Bu konuda o kadar güçlü hisler besliyorsun ki onu hatırlamadan Beecher’ı düşünemeyeceğini tahmin ettim. Bir dakika sonra gözlerini tablodan çevirdiğini görünce, kafandan İç Savaş’ı geçirdiğini anladım. Dudaklarını büzdüğünü, gözlerindeki parlaklığı ve ellerini yumruk yaptığını gözlemlediğimde iki tarafın da büyük bir mücadele ederek gösterdiği kahramanlığı düşündüğüne artık iyice emin olmuştum. Ama sonra, yine özgün bir tavır takındın, başını salladın. Artık acıları, korkuları ve insan hayatının ne kadar ucuz olduğunu düşünüyor olmalıydın. Elini yavaş yavaş eski yaranın üzerine götürdün ve hafif bir gülümseme belirdi dudaklarında. Uluslararası meselelerin çözümünde kullanılan bu saçma sapan metoda anlam veremediğini hissettim. İşte bu noktada mantığa aykırı olduğu konusunda sana katıldım. Görüyorum ki bütün tümdengelimlerim doğru çıktı.”

“Kesinlikle!” dedim, “Düşündüklerimi açıkladın. Her zamanki gibi şaşkın olduğumu itiraf ediyorum.”

“Çok yüzeysel tespitlerdi Sevgili Watson, inan bana. Geçen gün biraz şüpheci davranmasaydın, bunlara dikkatini bile çekmezdim. Ama şu an elimde ufak bir mesele var ve biraz önce senin zihninden geçenleri okumanın yanında, bunu çözmek çok daha zor olacak. Gazetedeki ufak bir paragraf dikkatini çekti mi bilemiyorum ama Cross Caddesi, Croydon’dan Bayan Cushing posta yoluyla içinde çok ilginç şeyler olan bir paket aldı.”

“Hayır, dikkatimi çekmedi.”

“Ah! O zaman gözünden kaçmış olmalı. Gazeteyi bana fırlatıver. Bak burada, finans sütununun altında. Sesli okursan sevinirim.”

Bana geri attığı gazeteyi alarak işaret ettiği paragrafı okumaya başladım. Başlığı Dehşet Verici Paket idi.

“Cross Caddesi, Croydon’da yaşayan Bayan Susan Cushing, eğer olayın altında uğursuz bir şey yatmıyorsa oldukça iğrenç bir şakanın kurbanı olmuş gibi gözüküyor. Dün öğleden sonra, saat iki gibi, postacı ona ufak, taba rengi bir kutu getirdi. İçi adi tuzla dolu karton bir kutu. Kutuyu boşalttığında Bayan Cushing, yeni kesildiği belli, iki tane insan kulağını görünce dehşete kapıldı. Kutunun bir önceki sabah Belfast’tan gönderildiği belirlendi. Gönderen hakkında hiç bilgi yok, dolayısıyla olay daha da gizemli bir hâl alıyor. Çünkü elli yaşlarında, hiç evlenmemiş, sakin bir hayat süren Bayan Cushing’in pek fazla arkadaşı veya tanıdığı yok. Bu nedenle, posta yoluyla herhangi bir şey alması çok ender bir olay. Ancak birkaç yıl önce Penge’te yaşarken, üç genç tıp öğrencisine bir dairesini kiralamış; ama çok gürültü yaptıklarından ve düzensiz alışkanlıkları olduğundan onları çıkartmak mecburiyetinde kalmış. Bayana karşı kin beslediklerini ve kadavra odasından aldıkları bu uzuvları göndererek onu korkutmayı amaçladıklarını düşünen polise göre bu rezaletin nedeni, söz konusu gençler olabilir. Öğrencilerden birinin İrlanda’nın kuzeyinden geldiği ve Bayan Cushing’in hatırladığı kadarıyla Belfast’lı oluşu bu fikri güçlendirmektedir. Mesele hâlihazırda hızla araştırılıyor ve en zeki dedektiflerimizden olan Bay Lestrade bu davanın sorumluluğunu üstlenmiş durumda.”

Конец ознакомительного фрагмента.

Текст предоставлен ООО «Литрес».

Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

Конец ознакомительного фрагмента
Купить и скачать всю книгу
На страницу:
4 из 4