
Полная версия
Gülnihal
MUHTAR: “O niçin?”
İSMET: “Yanımda değilken ayrılığa dayanamadığımdan, yanımdayken de biri gelir de elimden alır korkusundan! Şimdi hâlim böyle… Bütün bütün birleşirsek daha güç olacak, bela daha da çoğalacak. Bana burada yaşamak, sanki canımı kucağıma almışım da yırtıcı hayvanlar içine düşmüşüm gibi gelecek. Ben o kadar endişeye, o kadar eziyete üç gün dayanamam. Ya çıldırırım ya ölürüm… Of! Daha lafını ederken kanım erimiş, alev kesilmiş kurşun gibi damarımı cayır cayır yakıyor! Şu elimin ateşine bak da hâlime merhamet et.”
MUHTAR: “İsmet’im! Sen evvelce böyle meraklı değildin. Havamız mehtap, vaktimiz bahar… Şu dökülen ışıklar gibi saf, şu akan sular gibi temiz iki gönül bir yere gelmiş… Kederler, tasalar hâlimize haset edip de yanımızdan kaçacakken biz kendimizi sıkıntının kucağına atıyoruz. Dünyanın o kadar değeri var mı ki tehlikesinden korkulsun? Ölüm o kadar korkunç bir şey mi ki düşünmeye değsin!”
BEŞİNCİ MECLİS
Evvelkiler, Gülnihal Kalfa
GÜLNİHAL: (telaşla odaya girerek) “İşte! İşte! Dediklerim çıktı! İşte, Kara Veli konağı bastı, geliyor! Beynim köpeklere lokma olaydı da düşünmeyeydim! Ölü doğaydım da bu günleri görmeyeydim!”
İSMET: “Ah, beyim! Senin ölümüne ben sebep oluyorum!”
MUHTAR: “Durun! Ne telaş ediyorsunuz?”
DIŞARIDAN BİR SES: “Böyle, elini kolunu sallaya sallaya bir evin haremine girilir mi? Her yeri kendi evin mi zannettin?”
BİR BAŞKA SES: “Şu hayvanı söyletmeyin, atın merdivenden aşağı!”
BİRİNCİ SES: (daha boğuk) “Alçaklar! Bir adama otuz silahı birden çekiyorlar!”
İKİNCİ SES: “Söyletmeyin! Merdivenden aşağı atın diyorum!”
(Merdivenden bir adam yuvarlanır. Bu sırada Muhtar Bey, daima dışarıya çıkmak ister. İsmet Hanım sarılır, koyvermez.)
GÜLNİHAL: “Veli’nin sesi… O canavar kükrüyor!”
ALTINCI MECLİS
Evvelkiler, Kara Veli, Birkaç Arnavut
KARA VELİ: “Bey, davranma! Paşanın emri var. Mahpussun, silahları teslim et!”
MUHTAR: “Kim halt etmiş? Benim hapsimi emretmeye cesaret eden hain kimdir? Kılıcımı hangi yiğit elimden alacak? Hele şu karşıma gelip de ‘Silahlarını teslim et.’ diyen köpeğe bak! Şimdi adama silahı nasıl verirler görürsün!” (Kılıcına davranır.)
KARA VELİ: (tabancalarını çekerek) “Bir adım daha atarsan canına kıyarım!”
İSMET: (Muhtar Bey’in göğsüne yığılarak) “Beyim, Allah aşkına etme! Benim başım için etme! Bu katiller sana kıyacak!” (Ellerini bırakır, minderin üzerine düşer, bayılır.)
MUHTAR: (İsmet Hanım’ın yanına koşarak) “İsmet! Beni onlar değil, sen öldüreceksin!”
KARA VELİ: “Fesat başı olmayı bilirsin, halkı paşanın üstüne kaldırmayı bilirsin! Bela vakti gelince de koşar, bir yetim kızın koynuna saklanırsın, öyle mi?”
MUHTAR: “Sus köpek! Ben halkı ayaklandıracak olsam şimdiye kadar hepiniz zebanilerin elinde bulunurdunuz! Benim işimde kusur bulmak senin haddine mi düşmüş? Hâlâ karşımda duruyor da dizlerinin bağı çözülmüyor! Hâlâ yüzüme bakıyor da yüreği yerinden kopmuyor!” (Hücum etmek ister, Gülnihal sarılır.)
KARA VELİ: “İleri gelme, canına kıyarım diyorum.” (yanındaki Arnavutlara) “Bey, ölmeyi kurmuş, silahlarınızı tetiğe alın!”
GÜLNİHAL: (soğukkanlılıkla) “Ne yapıyorsun?”
MUHTAR: “Çekil önümden, şimdi seni de iki parça ederim.”
GÜLNİHAL: (tavrını hiç bozmayarak) “Beni iki parça et, bunu gebert, ötekileri parala! Konağın içi dışı muhafızla dolu. Aslan avına çıkar gibi üzerine beş yüz köpekle gelmişler! O kadar silahtan kendini nasıl kurtaracaksın? Vücudunu bu odanın içinde paralatıp da İsmet’in hem canına hem namusuna mı kıyacaksın? Sen, sevdiğine acımaz mısın? O, senin vücudundan bir damla kan çıktığını görür de bir dakika yaşar mı?”
MUHTAR: (Şiddetli bir ızdırap ve tereddütten sonra kılıcını ayağının altında kırar. Tabancalarını pencereden fırlatıp kapıya doğru yürüyerek) “Gülnihal! İsmet, evvel Allah’a, sonra sana emanet! Bakalım Cenabıhak bizim için ne murat etmiş!” (kapıya doğru gitmek isteyen bir Arnavut’a) “Arkamdan gel edepsiz!”
(Herkes çıkar. Kara Veli en sonraya kalır. Mum iskemlesinin üstüne bir mektup bırakıp gider.)
YEDİNCİ MECLİS
Gülnihal Kalfa, İsmet Hanım
GÜLNİHAL: (Mektubu alır, acı acı gülerek) “İsmet Hanımefendi Hazretleri’ne… O… İtibar büyümüş.” (Mektubu açıp) “Gözümün nuru, ciğerimin köşesi efendim… Hay, gözlerinin nuru damla damla yere döküleydi! Ciğerin parça parça olaydı da ağzından geleydi! Ettiğim kabahate sebep yine sizsiniz. Alçak! Kim âşık olur da rakibinden kurtulmak istemez? Hain! Eğer Muhtar Bey’e acırsanız, yarın gelirsiniz, arz edeceğim şartları kabul edersiniz. İnşallah, yarına kadar yerin dibine geçersin!”
İSMET: (korkuyla ayılarak) “Nerede, bey nerede? Öldürdüler mi?”
GÜLNİHAL: (soğukkanlılıkla) “Hayır efendim. Öldürmediler, götürdüler. Yarın inşallah kurtarırız.”
İSMET: “Kurtarır mıyız? Nereden biliyorsun?”
GÜLNİHAL: (mektubu eline vererek) “Bak, size demedim mi?”
İSMET: (mektuba göz gezdirerek.) “Allah’ım, bu ne kadar hainlik! Bu ne kadar alçaklık! Dadıcığım, bey benim yüzümden ölüyor!”
GÜLNİHAL: “Hayır, Allah yardım ederse senin yüzünden kurtulacak!”
Perde inerİKİNCİ PERDE
Birinci Tablo
Kaplan Paşa’nın Harem Dairesi
BİRİNCİ MECLİS
Kaplan Paşa, Paşo Hanım
PAŞO HANIM: “Oğlum, aslanım! Senin gönlünde bir sıkıntı mı var? Yüzünü korkunç bir duman bürümüş. Ne oluyor? Sen annenden hiçbir şey saklamazsın, değil mi? Dünyada bu kadar sefanı sürüyorum, her sevincinden ben de hâlimce hissemi alıyorum. Bir derdin varsa ondan da payımı isterim!”
KAPLAN PAŞA: “Derdim değil, bir emelim var. Sizden yardım isteyecektim. İşte, elimize saadet geçti, burası bize kaldı. Lakin soyumuzun yarı malı Muhtar’ın elinde. Ben sancak beyi oldum. O, sıradan bir adam kaldı. Yine sözü herkese benden çok geçiyor. Benim emrim, kılıcımın korkusu ile yerine geliyor. O, ne söylerse herkes candan, gönülden, isteyerek yapıyor. Yüreğimi parça parça etseler içinde Muhtar’ın kininden başka bir şey bulunmaz. Muhtar’ı bir türlü çekemiyorum. Çekemiyorum; çünkü herkes onu ne kadar seviyorsa benden de o kadar nefret ediyor. Çekemiyorum; çünkü o herkesi düşünüyor, herkes de onu düşünüyor, ben yalnız kendimi düşünüyorum, beni de kimse düşünmüyor. Çekemiyorum; çünkü ben kendine ne kadar fenalık edersem edeyim hiçbirine karşılık vermiyor. Çekemiyorum; çünkü o kendini benden büyük görüyor; ben kendimi ondan büyük göremiyorum. Çekemiyorum; çünkü o benim yerime gelmeye tenezzül etmiyor da yine herkes onu benim yerimde görmeye can atıyor. Çekemiyorum; çünkü hâlini düşündükçe felek o yaradılışta bir adamı bana hakaret için yaratmış sanıyorum. Çekemiyorum, çekemeyeceğim. Çünkü İsmet bile onun uğruna can veriyor, beni kendi hayatından yaşar gibi görüyor. Mutlaka çektiğim azapların intikamını alacağım! Elbette istediğim gibi canını yakacağım!”
PAŞO HANIM: “Oğlum! Ben soyumda senden yüreksiz adam görmedim! Aylardır çiftçinin, esnafın ağzında Muhtar’ın beyliğinden, büyüklüğünden başka söz yok da yine Muhtar ortada geziyor. Nesinden korkuyorsun da bu kadar kendini üzüyorsun? Zehrin mi yok? Sana güğümlerle zehir getireyim. Celladın mı eksik? Bir kere ayağını yere vursan karşına bin tanesi çıkar. Katırı ne yaşatır durursun?”
KAPLAN PAŞA: “Sen, intikamın ne demek olduğunu bilir misin? Bir adam, ölmekle ne olur? Biraz ömür kaybeder, biraz rahat kazanır. Benim çektiğim, ölüm gibi birkaç saatlik bir eziyet midir ki ölümü intikama kâfi göreyim? Ah, çektiğimi bilmezsin ki meramımı anlayasın! Ben burada bir zabitim, üç yüz bin kişiye hükmüm geçiyor. Hangisine her ne istersem yaparım, üç yüz bin kişinin başı elimde duruyor. Hangisini istersem koparır, avcumda oynarım. Üç yüz bin kişi Allah’ın her emrini tutmuyor fakat benim bir tek emrime karşı duramıyor!
İster misin, şu ovayı yarı beline kadar baş aşağı yere gömülmüş adamlarla donatayım? İster misin, şu bahçeyi anasından babasından ayrılmış yetimlerin gözyaşı ile sulayayım? İster misin, aşağı mahalleyi sel basacak kadar kan dökeyim? İster misin, bir çocuğu babasının eliyle ateşte yaktırayım? İster misin, bir adama, anasının derisini yüzdüreyim?
Ben burada ne istersem olur, ne emredersem yapılır. Kim bir emrime itaat etmeyecek olursa şimdi söylediğim eziyetlerden bin kat ziyade azap içinde gebertirim!
Bir kere bu kuvvete, bu kudrete bak; bir kere de Muhtar’ı yıldıramamayı düşün, Muhtar’dan aşağı olmayı gözünün önüne al!
Katırın bir kere yüzüne baksam vücudumda ne kadar kan varsa ateş kesiliyor, beynime toplanıyor! Başıma sanki kızgın taçlar geçiyor, ben de zindanımdaki katiller kadar eziyet çekiyorum. Hem bütün memlekete büyük olup da hem bir kişiden kendini küçük görmek insana ne büyük azaptır, bilir misin? Ömründe kimseye haset etmedin mi?”
PAŞO HANIM: “Oğlum, öldür dedim ona da kanmadın! Bilmem ne yapacaksın? Cehenneme gönderebilir misin? Ahirete de emrin işliyor mu?”
KAPLAN PAŞA: “Cehennem azabını ben ona dünyada çektireceğim. Kalbini, ciğerini bin parça edeceğim!”
PAŞO HANIM: “Yap oğlum, zevkin ne ise geri durma! Lakin nasıl yapacaksın?”
KAPLAN PAŞA: “Nasıl mı yapacağım? İsmet’i elinden alacağım, kalbini vücudundan koparacağım. Beni eceli kadar sevmeyen İsmet’i, canından ziyade sever gibi görünmeye mecbur edeceğim. Her dakika bin hakaretle, bin eziyetle gönlünü zehirleyeceğim, verem döşeklerine yatıracağım. Muhtar yaşayacak. İsmet’in, sağ iken mezara gömülmüş adam gibi, acı acı iniltisini işitecek. Vücudunu çürümüş kefenlerden daha soluk görecek. Her dakika, türlü türlü ölüm eziyeti çekecek. Her dakika, bin türlü cehennem azabına düşecek. Anlıyor musun? Ben intikamımı böyle isterim!”
PAŞO HANIM: “Ay oğul, sen çocuk musun? Sanki onu İsmet’ten ayırmak, canından ayırmaktan daha mı beterdir?”
KAPLAN PAŞA: “Ömründe kimseyi sevmemişsin ki ayrılık azabının ne olduğunu bilesin.”
PAŞO HANIM: “Bak, şu insaniyetsize bak! Ya sana olan muhabbetim?”
KAPLAN PAŞA: “Bana olan muhabbetin mi? A anne! Bana olan muhabbetinin, avcının köpeğini sevişinden hiç farkı olmadığını ben bilmez miyim sanırsın? Beni küçükten beri elinde büyüttün, istediğin gibi ava alıştırdın, işine yarıyorum, sen de çaresiz okşuyorsun. Muhabbet dediğin bu, değil mi? Ben, seni babamdan kurtarmaya alet oldum, sen de beni amcamdan kurtarmaya yardım ettin. Birbirimizi sevdiğimizin ortada başka bir delili var mı? Ya bizim bunlardan daha alçak bir sırrımız mı var ki birbirimizden saklayacağız diye için başka türlü görünmeye çalışıp duruyoruz? Biz âdeta ana oğul değil, iki ortak katiliz! Gel, nafile zahmetlere düşmeyelim. Hâlimize layık olan ne ise aramızda da o olsun. Öyle davranalım, hâlimizce davranalım.
Şimdi beni dinle! Muhtar hapiste. İsmet de içeriye gelmiş, onu kurtarmaya çalışacak. Yanına çağırırsın. Muhtar’ın kurtulması için bana varmasını şart koşarsın. Her ne yaparsa yapsın, kandırırsın. Mutlaka kandıracaksın. İsmet’i senden isterim!”
PAŞO HANIM: “Ay oğul, o nasıl söz? Muradın intikamsa İsmet’i al, başkasına ver! Bu yaştan sonra konağımın içinde hanımlığıma bir ortak mı peyda edeceksin? Bu kadar cariyelerin var, elvermiyor mu?”
KAPLAN PAŞA: “Bu sözleri söylediğin vakit hiç hatırına gelmiyor mu ki bugün oğlun buranın nasıl hâkimi ise senin de öyle hâkimindir. Nasıl terbiye ettiğini, nasıl yetiştirdiğini de bilirsin. Hayatın, senin keyfin için babasını zehirlemiş bir adamın elinde duruyor. O adam, acaba kendi keyfi için ne yapmaz? İsmet’i senden isterim, anladın mı? Söylediğim sözleri gözünün önünden ayırma! Ben, şu kapının arkasındayım.”
İKİNCİ MECLİS
Evvelkiler
PAŞO HANIM: (kendi kendine) “Ah, canavar büyüdü! Şimdi pençesini kendini taşıyan ananın karnına salıyor. Babasının canını yiyen, anasının ciğerini niçin yemesin?
Yürü, Allah’ın gazabına uğramış katil, yürü! Ardına bakıp da nafile geri dönmeye çalışma! Basacağın yerler, ayağının altından uçar. Önündeki mezarlardan mı korkuyorsun? Sen onları kendi tırnağınla kazdın! Bundan sonra sana kim yardımcı olacak? Bir kocan vardı, kıskançlığından bıktın, canına kıydın. Bir oğlun var, akrabasının etiyle besledin!”
KAPLAN PAŞA: (kapıdan geri dönerek) “Akşama kadar deli gibi kendi kendine söylenip duracak mısın?”
PAŞO HANIM: “Şimdi emrini yerine getiririm oğlum, şimdi yerine getiririm. Sen zevkine bak. Gel!.. Kim var orada?”
ÜÇÜNCÜ MECLİS
Paşo Hanım, Bir Halayık
PAŞO HANIM: “Kız, İsmet Hanım içeride mi?”
CARİYE: “Evet efendim. Sabahleyin gelmişti.”
PAŞO HANIM: “Söyle de buraya gelsin. Dadısını da çağır.”
CARİYE: “Peki efendim.”
DÖRDÜNCÜ MECLİS
Paşo Hanım
PAŞO HANIM: (kendi kendine) “Ömrümde ilk defadır korkunun ne demek olduğunu gönlümde hissetmeye başladım. Zehirlemek istesem dairemde yemek yemez, su içmez. Vurdurmak istesem, iktidar onda, mülk onda. Benim için kim silah çekecek? Ah… Diyelim ki çekecek adam bulunmuş… Canavar gibi bu kadar günahsızın kanını içtim; engerek gibi, yatağıma sığınan adamı zehirledim; ama kızgın kediler gibi kendi yavrumu yemeyi bir türlü gönlüm almıyor! Zavallı ben… Yine de ben anneyim ama o evladım değil! Nasıl evladım olsun ki; babasının kanını kendi elimle içirdim.”
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
1
Eskiden, birkaç kazadan ibaret olan, bir vilayete bağlı, kaza ile vilayet arasındaki idari teşkilata “sancak” yahut “mutasarrıflık”, bunun başında bulunan kimseye de “sancak beyi” yahut “mutasarrıf” denirdi.
2
Kılıç üstünden atlamak suretiyle yemin etmek.
3
Dağ: Yanık yarası.