
Полная версия
İzlanda Balıkçısı
“Gaud, baban da izin verirse kesinlikle onunla evlenmelisin. Bu ülkede ondan daha çok yanına yakışacak kimse yok. Öyle görünmeyebilir ama çok aklı başında bir delikanlıdır. Pek de sarhoş olmaz. Arada inatçılığı tutsa da normalde pek ılımlıdır. Kimse onun ne kadar iyi biri olduğunu bilemez. Üstelik de harika bir denizci, ne zaman av mevsimi gelse kaptanlar onu kapabilmek için yarışırlar…”
Gaud babasından izin alabileceğini zaten biliyordu, babası bir kez bile isteklerini geri çevirmemişti. Bu yüzden genç adamın zengin olmayışı da umurunda değildi. Zaten böylesi yetenekli bir denizci için altı aylık kıyı balıkçılığı eğitimi fazlasıyla yeterdi, az biraz sermaye de bu işi çözerdi. Ardından tüm gemi sahiplerinin teknelerini emanet etmek istediği bir kaptan olurdu.
Biraz dev gibi olması da kusur sayılmazdı. Elbette fazla cüsse bir kadında kötü durabilirdi fakat bir erkeğin yakışıklılığından hiçbir şey eksiltmezdi.
Ayrıca, elbette onlara belli etmeden tüm aşk hikâyelerini bilen kızlardan bilgi de toplamıştı. Kimseyle nişanlandığı, sözlendiği olmamıştı. Hiçbirine özel bir alaka göstermeden, Lezardrieux’tan Paimpol’e, tüm şehirde onu arzulayan her kadına uğruyordu.
Bir pazar akşamı, oldukça da geç bir saatte penceresinden bakarken onu adı pek yoldan çıkmış Jeannie Caroff adında bir kızla sarmaş dolaş geçerken görmüştü ve bu durum ise canını pek yakmıştı.
Onun çok öfkeli olduğunu söylüyordu herkes, hatta bir gece Paimpol’de bir barda kendisine açılmayan bir kapıya koca mermer bir masa fırlattığı da söylentiler arasındaydı.
Tüm bu yaptıkları için onu affediyordu. Denizcilerin kafalarına nasıl eserse öyle davrandığı herkes tarafından bilinirdi. Fakat anlamadığı şey şuydu ki eğer kötü bir niyeti yoksa neden önce yanına gelip ilgi göstermiş, âşığı gibi davranmış sonra da tüm ilgisini çekerek kendisini görmezden gelmişti? Dürüst bir adamın gülümseyişini takınıp bir erkeğin yalnızca nişanlısı ile konuşacağı konuları neden onunla konuşmuş ve neden o tatlı ses tonu ile onun başını döndürmüştü? Gaud, artık başka birine bağlanamaz ve değişemezdi. Bu memlekette henüz küçükken bolca azarlanır ve neden diğer kızların aksine bu denli inatçı olduğu sorgulanırdı. Bu huyu bugün de değişmemişti. Bu genç, güzel kız kimse tarafından işlenmediğinden ve hisleri hiç olgunlaşmadığından içten içe hep aynı kalmıştı.
Düğünden sonraki kış, belki sevdiği adamı görebileceği umuduyla geçip gitmişti. Yann ise gitmeden önce ona bir kez bile veda etmemişti. Şimdi ise burada değildi ve Gaud hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağını hissediyordu. Zaman ne kadar yavaş akarsa aksın Gaud kararını vermişti, ne olursa olsun sonbaharda bu işi çözecekti.
…
Çanların sessiz bahar gecelerine özgü vuruşu belediye binasının üzerinde bulunan saatin on bir olduğunu gösteriyordu.
Paimpol’e göre on bir geç bir saatti. Artık Gaud penceresinden ayrılıp lambasını yakarak yatağına yatmaya hazırdı.
Yann’ı düşününce belki bu durumu klasik yabanıl hareketleri ile açıklayabilirdi. Kendisi gibi onun da oldukça gururlu olup bir de kızın zengin olması sebebiyle onu reddettiğini düşünmüştü. Aslında bunların hepsini direkt Yann’a sormak istemiş fakat Sylvestre bunun genç bir hanım için fazla cüretkâr olacağını savunmuştu. Zaten Paimpol’de kıyafetleri ve tavırları ile yeterince eleştiri alıyordu bir de böyle bir şey yaparsa hiç hoş karşılanmazdı.
Rüyadaymış gibi sakince zamandan kopuk bir şekilde üzerindekileri çıkardı. Önce başlığını ardından modaya uygun elbisesini bir sandalyenin üzerine attı. Son olarak da Paris modasına uygun uzun korsesini, hani şu herkesin eleştirilerine malzeme olan korse… O an tüm çıplaklığıyla kendini gösteren bedeni her zamankinden daha zarif duruyordu. Ne sıkıştırılmış ne de aşağı doğru gereksiz inceltilmişti, mermer heykeller gibi dolgun ve yumuşak hatlı, doğal hâline kavuşmuştu. Hareketleri, duruşu… Her hâli bakmaya insanın doyamayacağı kadar güzeldi.
Bu saatlerde etraftaki tek ışık kaynağını oluşturan lambası kıvrılarak yükselen göğüslerini, gizemli omuzlarını ve kimsenin görmediği, Yann da istemediğine göre kuruyup gidecek olan enfes güzelliğini, tüm bedenini zarif bir hava ile aydınlatıyordu.
Yüzünün güzel olduğunu bilse de bedeninin ne denli güzel olduğu konusunda hiçbir fikri yoktu. Zaten buralarda Bretagne kızlarının güzelliği kalıtsaldı. Artık bu fark edilmiyordu çünkü aralarında en edepsiz sayılanlar bile bunu teşhir etmiyordu. Yine de sadece şehrin seçkinleri bedenlerini abartılı bir şekilde allayıp pullayarak, abartılı süslenerek dolaşıyordu.
Kulaklarının üzerinde birer salyangoz gibi duran örgülerini çözdü, örgüleri büyük iki yılan gibi omuzlarından sırtına kıvrılarak yayıldı. Rahatça uyuyabilmek için onları taç gibi başının üzerinde toparladı. O an dışarıdan ona bakan biri Romalı bir bakire gibi göründüğünü söylerdi.
Bu arada kolları hâlâ havada ve buklelerini karıştırıyorken, dudaklarını dişleyerek küçük bir çocuk gibi düşünüyordu. Saçlarını tekrar saldığında sırf eğlenmek için onları hızlıca düzleştirmeye çalıştı. Şimdi ise beline kadar inen altın rengi saçlarıyla Galyalı rahibeler gibi duruyordu.
Sonrasında aşka ve ağlama isteğine galip gelen uykusuna engel olamamış, kendini yatağa atarak çevresine yayılan ipeksi saçlarının altına gizlenmişi.
Ploubazlaneec’te ise hayatının en karanlık zamanlarında bulunan Moan Nine, torununu ve ölümü düşünerek buz gibi yatağında uykuya daldı.
Aynı anda Kuzey Denizi’nin bir ucunda sevilen ve düşünülen iki genç Yann ve Sylvestre şarkılar söyleyerek avlanıyorlardı.
VI
EVDEN HABERLER
Yaklaşık bir ay geçmişti ve haziran olmuştu.
İzlanda kıyılarında, denizcilerin “beyaz sakinlik” dedikleri bir hava vardı. Ne bir hareket ne de bir rüzgâr sadece dinginlik vardı.
Gökyüzü her zamanki rengini kaybetmiş metalimsi bir griye bürünmüştü. Aynaya verilen buharın arta kalan hâli gibi duruyordu. Tüm deniz birdenbire yok olan, dengesiz ama sakin bir ağ ile örtülmüş gibiydi.
Yaşadıkları sonsuz bir akşam mı yoksa sonsuz bir sabah mı ayırt edemiyorlardı. Güneş saatin kaç olduğunu saklıyor, sadece varlığını belli ediyordu. Sanki tüm ışınlarından arınmış soluk renkli bir halka gibi duruyordu…
Yann ve Sylvestre her zamanki gibi yan yana şarkı söyleyip avlanıyorlardı. Bitmek bilmeyen şarkının adı Jean-François de Nantes’ti ve şarkının sıkıcı hâli ile bile eğleniyorlardı, her defasında sanki daha eğlenceli olabilirmiş gibi nakarat kısmını baştan alıyor ve birbirlerine bakıp çocukça bir espri yapılmış gibi aralarında gülüyorlardı. Yanakları artık bu serinlikte hafif pembe olmuştu, ciğerlerine çektikleri nefes tertemiz ve insanı dinçleştirici özelliğe sahipti.
Etrafları henüz var olmamış bir dünya ile çevrelenmiş gibiydi. Işık ya da ışığın verdiği sıcaklık yoktu. Güneş bile sonsuza dek durmuş gibi kıpırtısızdı.
Gökyüzünün bembeyaz hâlini almış deniz, cilalanmış ya da üzerine devasa bir çarşaf atılmış gibi sakindi. Su o kadar şeffaftı ki içinde neler olduğunu yukarıdan bakan gözler bile görebilirdi. Birbirlerinin aynı, sayılamayacak kadar çok göç eden balık sürüleri… Morinaların çokluğu ve birlikte düzenledikleri gösteri denizi hafifçe dalgalandırmak ve grimsi bir çember oluşturmaktan başka bir işe yaramıyordu.
Zaten bulutların arkasında varlığı belli olmayan güneş daha da batıyordu. Artık akşam olmuştu, güneş battıkça farklı renklere bürünmüş ışıkları daha çok yayılıyor, varlığını belirginleştiriyordu. Şimdi, aya nasıl doğrudan bakılabilirse güneşe de bakılabiliyordu. Sanki normalde göründüğü kadar uzakta da değil gibiydi. Sanki gemilerini ufka sürseler ulaşabilirlerdi ona…
Ay da oldukça hızlı ilerliyordu. Durgun suya da dikkat edildiğinde işlerin yürüdüğü görülebilirdi. Morinalar hızlıca gelip yemi yutuyor ve sonra sanki kendi istekleri buymuş gibi oltanın ucuna takıyorlardı. Balıkçılar sürekli iki elleriyle oltaları hızlıca çeviriyor, yeni balıklarla karşılaşıyorlardı. Ardından salamuraya yatırması gereken arkadaşlarına doğru fırlatıyorlardı iri balıkları.
Paimpollülerin her yana yayılmış gemileri bu ıssız sonsuzluğa renk katıyordu. Uzaktan bakıldığında yelkeni dahi açılmamış ufka yönelmiş birçok gemi göze çarpıyordu.
O gün bir balıkçının mesleği, hanımefendilere yaraşır bir şekilde, dingin ve kolay görünüyordu.
Jean-François de Nantes
Jean-François
Jean-François
İki kocaman çocuk şarkılarını söylüyorlardı.
Yann, asil duruşu ve bu denli yakışıklı olmasını önemsiz görüyordu. Her ne kadar Sylvestre’ın yanında çocuklaşıp şarkılar da söyleyebilse başkalarının yanında içine kapanıyor ve aksileşiyordu. Ne zaman biri ona ihtiyaç duysa ılımlı hâli geri dönüyor ve kızdırılmadığında da iyi ve yardımsever bir adam oluyordu.
İkisi önde durup kendi şarkılarını söylerken, arkalarında iki adam daha hüzne kapılmış kendi şarkılarını mırıldanıyordu.
Sıkılmıyorlardı böyle olunca, zaman geçiyordu.
Aşağıda bulunan kamarada, sobanın dibinde hâlâ ateş vardı, sobanın kapağı belki ihtiyaçları olur diye de sadece çok az hava içine girecek şekilde kapalı tutuluyordu. Gerçi uyumak için bile çok az havaya ihtiyaç duyuyorlardı.
Şehirde büyümüş olanlar, daha fazla havaya ihtiyaç duyarlardı. Fakat bizim balıkçıların güçlü göğüsleri az bir havada bile uykuya dalar ve bir daha kolay kolay uyanmazlardı. Tıpkı bir hayvan gibi yerlerinde kıvrılırlardı.
Sürekli aydınlığa ya da sürekli uykuya ihtiyaçları yoktu ama dört saatte bir yatılabiliyordu. Genelde hareketsiz, sessiz, günün tüm yorgunluğunu üzerlerinden alan kısa uykulardı bunlar. Akılları kadınlarda olanlar hariç, onların gözüne uyku girmiyordu. Belki eski yarenleri ile kavuşmak belki de yenisini bulmak için altı haftanın geçmesini bekliyorlardı.
Akıllarında eşleri, kuzenleri, nişanlıları, akrabaları geliyordu. Gerçi bu kadar uzun zaman üzerine düşülmeyince hisler de uykuya dalıyordu.
Jean-François de Nantes
Jean-François
Jean-François
Gri ufukta normal gözlerin görmesinin imkânsız olduğu bir şeye bakıyorlardı. Gökyüzünden daha koyu, yine de gri, kuyruk gibi sulardan yükselen bir dumandı bu. Derinleri taramaya alışık gözler bunun hemen ne olduğunu fark etmişlerdi.
“Bu bir vapur! Bakın, şurada!”
“Sanırım…” dedi kaptan. “Devlete ait, devriyeye çıkmış bir vapur olmalı bu.”
Bu belli belirsiz duman, Fransa’dan haberler getiriyordu. En önemlisi de genç bir kızın kaleme aldığı ama yaşlı bir kadının sözlerini taşıyan o güzel mektubu.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.