bannerbanner
Hz. Muhammed, Halifelik, Dört Halife ve Hz. Hasan
Hz. Muhammed, Halifelik, Dört Halife ve Hz. Hasan

Полная версия

Hz. Muhammed, Halifelik, Dört Halife ve Hz. Hasan

Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
2 из 3

Kur’an’da da anlatıldığı üzere Ebu Leheb karısıyla birlikte Resul-i Ekrem’e daima muhalefet etti. Mekke’ye dışarıdan gelen kişilerin onunla temasını engellemeye çalıştılar. Onlar karşı çıktıkça insanların Hz. Muhammed’in anlattıklarına ilgisi giderek artıyordu. İnsanların artan ilgisi, Kureyş’in ileri gelenlerini iyice endişeye sevk ediyordu. Puta tapıcılığın ortadan kalkması, Araplar arasındaki saygınlıklarının ve ticari gelir kapılarının yitirilmesi demekti. Onlar ısrarla atalarının dininde yaşamak istiyorlardı.

Dönemin Arap toplumunda maddi güç ve kabile asabiyesine dayalı bir üstünlük anlayışı hâkimdi. Fakirlerin emeğinin sömürüldüğü adaletsiz bir düzen vardı. Hz. Muhammed, toplumun ezilen kesimlerinin sözcüsü gibi ortaya çıkınca, değişim için bir umut ışığı doğmuştu. Alkolizmin, kadın istismarının yaygın olduğu toplumdaki bu davranışları yeni peygamber eleştiriyordu. Bütün insanların doğuştan birbirlerine eşit oldukları söylemi Arap toplumundaki dengeleri sarsacak nitelikteydi. Bu nedenle statükoyu korumak isteyenler yeni dine inananlara eziyet etmeye başlamışlardı. Öncelikle onu hakaret ve alay yoluyla sindirmeye çalışanlar, süreç içinde tepkilerinin dozunu şiddet boyutuna ulaştırdılar.

Kureyşliler, yaptıkları eziyetlerden sonuç alamayınca bir çare olarak Ebu Talib’den yardım istediler. Ebu Talib, yardım taleplerinin ilkini gönül alıcı sözlerle geçiştirdi. Yardım talebinde bulunanlar ikinci seferde tehdit edici ifadeler kullandılar. Bunun üzerine Ebu Talib, Hz. Muhammed’i yanına davet etti ve baskılara daha fazla direnemeyeceğini söyledi. Amcasının da kendisini yalnız bıraktığı hissine kapılan Hz. Muhammed o an, “Bu işten vazgeçmem için güneşi sağ elime, ayı da sol elime verseler hiçbir şey değişmez, Allah bu dini üstün kılıncaya kadar çalışacağım veya bu uğurda öleceğim!” dedi. Yeğeninin sözlerinden etkilenen Ebu Talib, ona hak verdi ve “Git istediğini söyle, Allah’a and olsun ki seni asla onlara teslim etmeyeceğim!” dedi.

Ebu Talib’e son gelişlerinde Hz. Muhammed’i kendilerine teslim etmesini isteyen Kureyşliler, “Yeğenini bize teslim et, onun yerine Velid b. Mugire’nin oğlu Umare’yi sana evlat olarak verelim.” dediler. Tabii Ebu Talib, bu öneriyi de reddetti. Bunun üzerine Kureyşliler Hz. Muhammed’e doğrudan öneride bulunup, Mekke’deki düzeni bozmaması karşılığında her türlü imkânı kendisi için seferber edecekleri sözünü verdiler. Yaptıkları tüm bu girişimlerden sonuç alamayınca Müslümanlara karşı tavırlarını sertleştirmeye başladılar. Sertleşen tavırların başında Müslümanlarla her türlü temasın kesilmesi, onların tecrit edilmesi ve yaşadıkları mahallenin ablukaya alınıp aç bırakılması da vardı.

Hz. Muhammed, kendisine inanan kimselere yapılan işkencelerin dozu artınca, Hz. Osman ve eşi Rukiyye’nin de aralarında bulunduğu on beş kişilik grubun 615 yılında Habeşistan’a göç etmesine izin verdi. İslam’da ilk hicret olarak önem taşıyan bu olay üzerine İslam inanışının ilk mesajları da Afrika’ya ulaşmış oldu. Hz. Osman bir yıl sonra Mekke’ye döndükten sonra karşılaştıkları durumu Hz. Muhammed’e anlattı. Bunun üzerine yüz sekiz kişilik ikinci bir grup Habeşistan’a göç etti.

Kureyşliler, maddi ve manevi işkencelerle Hz. Muhammed’e inananların önünü kesmeye çalışırken, diğer yandan Habeşistan’a göç edenleri geri almak için Kral Necaşi’ye elçi gönderdiler. Necaşi’nin kendisine sığınanları iade etmemesi üzerine hayal kırıklığına uğrayan Mekkeliler, bir süre sonra Ebu Talib’in mahallesindeki ablukayı gevşettiler. Müslümanlara karşı boykotun gevşemesi üzerine Habeşistan’a giden göçmenlerden otuz üçü 620 yılında Mekke’ye döndü. Habeşistan’daki göçmenlerin kalan kısmı da 628 yılında Medine’ye döndü.

Hz. Hamza ile Hz. Ömer’in Müslüman olması ile Mekkelilerin morali çok bozulmuştu. Bu nedenle Hz. Muhammed taraftarlarına karşı daha şiddetli mücadele kararı aldılar. Gözlerini iyice karartan Mekkeliler, Hz. Muhammed’in mensup olduğu Haşimoğulları ve Muttaliboğulları ailelerini de düşman ilan ettiler. Hz. Muhammed’in, inadından ötürü peygamberlik iddiasında bulunduğunu düşünen Mekkeliler, akrabalarına baskı yaptıkları takdirde sonuç alabilecekleri vehmine kapıldılar. Mekkelilerin ilan ettiği düşmanlık çerçevesinde Ebu Leheb ve ailesi dışında bütün Haşimoğulları ve Muttaliboğulları ablukaya alındı. 616 yılında başlayan abluka döneminde Hz. Hatice’nin ve Ebu Talib’in bütün serveti tükendi. Hac mevsimi dışında onlarla her türlü ticari ilişki yasaklandı. Büyük yokluk ve açlığa sebep olan abluka, 619 yılında kaldırıldı.

Amcasını ve Eşini Aynı Yıl Kaybetti

Hz. Muhammed’in hayatının en sıkıntılı yılı, vahyin gönderilişinin onuncu yılı oldu. O yıl, Hz. Hatice ve amcası Ebu Talib üçer gün arayla vefat etti. “Hüzün Yılı” denilen 620 yılında Kureyşlilerin Hz. Muhammed’e karşı tavırları giderek sertleşti. Mekke içinde tebliğ imkânının kalmaması üzerine Hz. Muhammed, Mekke dışındaki kabilelere İslam’ı anlatmaya başladı. Zeyd b. Harise’yi yanına alarak önce Taif’e giden Hz. Muhammed, burada saldırı ve hakarete uğradı. Mekke’ye döndüğünde Nevfeloğulları’nın reisi Mut’im b. Adî’nin himayesiyle Mekke’ye girebildi.

İslam’da üç aylar denilen recep, şaban ve ramazan ayları aynı zamanda haram ayları olarak kabul ediliyordu. Araplar arasında bu üç aylık dönemde savaş yapılması yasaktı. Aynı zamanda bu aylar alışverişin arttığı panayır aylarıydı. Arabistan’ın dört bir yanından insanlar Mekke’ye geliyor, ticaret yapıyor, Kâbe’deki putlarına tapınıyorlardı. Hz. Muhammed’in de Arabistan dışından gelenlerle en yoğun temas ettiği dönem bu aylarda oluyordu. Bu temaslarının en verimlisini 620 yılında Medine’den gelenlerle kurdu. Hazrec Kabilesi’ne mensup altı kişilik bir grup İslam inancını benimsedi. İçlerinden Es’ad b. Zürare, Yesrib’e dönerek bu yeni dini anlatıp bir yıl sonra tekrar Akabe’de Resul-i Ekrem’le buluşma sözü verdi. Yardım edenler anlamına gelen ensar toplumunun nüvesini oluşturan bu altı kişinin faaliyetleri neticesinde 621 yılında onu Hazrec Kabilesi’nden, ikisi Evs Kabilesi’nden olmak üzere on iki Medineli Hz. Muhammed ile gizlice Akabe’de buluştu. Birinci Akabe Biatı denilen bu buluşmada Medineli Müslümanlar, Hz. Muhammed’e Allah’a ortak koşmayacaklarına, hırsızlık ve zina yapmayacaklarına, çocuklarını öldürmeyeceklerine, birbirlerine iftirada bulunmayacaklarına, Resulullah’ın emirlerine uyacaklarına dair söz verdiler. Hz. Muhammed, Medinelilere İslam’ı öğretmesi ve namaz kıldırması için Mus’ab b. Umeyr’i onlarla birlikte gönderdi. Mus’ab bin Umeyr’in çalışmaları neticesinde Medine’deki Müslümanların sayısı arttı.

Medine’ye Göç Etmek Zorunda Kaldı

Vahyin on üçüncü yılı, İslam tarihinde bir dönüm noktasını teşkil etti. 622 yılında Medine’den Mekke’ye gelen Müslümanların sayısı 25’i buldu. Onlar, Akabe’de buluştukları Hz. Muhammed’e yeniden biat ettiler. İkinci Akabe Biatı denilen bu buluşma sırasında Medineli Müslümanlar Hz. Muhammed’i kendi şehirlerine davet ettiler.

Artık Mekke’den göç etmenin zamanı gelmişti. Bunun için önce Mekke’deki Müslümanların emniyetli bir şekilde Medine’ye göç ettirilmeleri gerekiyordu. Bunun toplu bir göç olduğunun anlaşılmaması için belirli aralıklarla yola çıkıldı. Buna rağmen Mekkeli müşrikler Müslümanların kendilerini terk ettiklerini anladılar. Gidenleri durdurmak için hapis dâhil her türlü engeli çıkartmaya çalıştılar. Yine de engel olamadılar. Geride sadece Hz. Muhammed, Ebu Bekir ve ailesi, Hz. Ali ve annesi, ayrıca göç etmeye gücü olmayanlar ile hapsedilerek göç etmeleri engellenenler kaldı.

Müslümanların Medine’ye göç etmeleri, müşrikleri geleceğe ilişkin iyice endişeye sevk etti. Medine’ye göç eden Müslümanların gün gelip orada çoğalacağını ve kendileri için tehdide dönüşeceğini düşünüyorlardı. Bu nedenle Darünnedve’de toplanıp Ebu Cehil’in teklifiyle Hz. Muhammed’i öldürmeye karar verdiler. Bu son çare olarak görüyorlardı. Allah, onların bu planını vahiy yoluyla Hz. Muhammed’e bildirdi.

Kendisine ilişkin planlardan haberdar olan Hz. Muhammed, Hz. Ebu bekir ile göç hazırlıklarını sürdürdü. Bir gece sabaha karşı, yatağına Hz. Ali’yi bırakarak mucizevi bir şekilde Mekkelilerin arasından geçerek Mekke’den ayrılıp Sevr Dağı’ndaki bir mağaraya ulaştı. Mekkelilerin aramalarından kurtulmak için burada üç gün saklandı. Üç gün sonra kılavuzlarının getirdiği develere binerek 13 Eylül 622 tarihinde Medine’ye doğru yola çıktı.

Kureyş Kabilesi’nin mensupları, Hz. Muhammed’in başına yüz deve ödül koysalar da sonuç alamadılar. Hz. Muhammed ve Ebu Bekir, sekiz gün süren yolculuktan sonra Medine’ye bir saat mesafedeki Kuba’ya ulaştılar. Burada Mekke’den gelecek Hz. Ali’yi ve diğer muhacirleri beklediler. Peygamber birkaç gün kaldığı Kuba’da bir mescit yaptırdı. 24 Eylül 622 Cuma günü Medine’ye hareket eden Hz. Muhammed, Ranuna Vadisi’nde ilk cuma hutbesini okudu ve cuma namazını kıldırdı. Medine’ye vardığında büyük bir coşku ile karşılandı.

Göç anlamına gelen hicret olayı dünya tarihini etkileyecek önemli gelişmelerin önünü açtı. Hz. Muhammed’in amacı tevhit inancını bütün insanlara ulaştırmaktı. Bu amaçla bazı düzenlemelerin yapılması gerekiyordu. Bu düzenlemeleri yapmak için Medine’de uygun bir ortam oluşmuştu. Mekke’deyken müslümanların birlikte ibadet etme ve Hz. Muhammed ile sohbette bulunma imkânları çok kısıtlıydı. Medine’de endişelerinden arınan Müslümanlar, önce kendilerine bir mescit yaptılar. Peygamber Mescidi anlamına gelen ve kıblesi Kudüs olan Mescid-i Nebevi’de cemaat ile namaz kılmaya başladılar. İnşaatı yedi ay süren mescit, Hz. Muhammed’in karargâhı gibiydi. Müslümanların bütün işlerini, Mescid-i Nebevi’den veya bitişiğindeki evinden yürütüyor, yeni indirilen Kur’an ayetlerini burada tebliğ ediyordu. Kimsesiz Müslümanlarla ilim tahsil etmek isteyen sahabilerin barınması için Mescid-i Nebevi’nin arka kısmında Suffe inşa edildi. Hz. Muhammed, Medine dışına gönderilecek tebliğ heyetlerini Suffe’de yetiştirdi.

Hz. Muhammed, Medine’ye geldiğinde yaptığı ilk işlerden biri de Mekkeli göçmen Müslümanlar ile Evs ve Hazrec kabilelerinden oluşan Medineli Müslümanları kardeş ilan etmek oldu. İnançları uğruna bütün varlıklarını Mekke’de bırakan muhacirlerin yeni hayata uyum sağlamaları için maddi ve manevi desteğe ihtiyaçları vardı. Medineli Müslümanlar muhacirleri öz kardeşleri gibi kabul ettiler. Hz. Muhammed, ilan ettiği bu kardeşlik ile “bütün inananlar kardeştir.” düsturunu hayata geçirmiş oldu.

Arabistan’daki İlk Devlet Örgütü Medine’de Ortaya Çıktı

Araplar Hz. Muhammed’den önce Himyeriler, Gassaniler, Petra Krallığı gibi bazı devletler kurmuşlardı. Ancak coğrafi, kültürel ve sosyolojik şartlar gereği genelde kabileler hâlinde yaşamışlardır ve her kabilenin başında şeyh, emir benzeri liderler bulunmaktadır. Hz. Muhammed’in Medine’ye göç etmesinden sonra Arap Yarımadası’nda yeni bir devletin ışığı görülmeye başlandı.

Yeni devlet yapılanması için öncelikle Müslümanların bütün güçlerini Medine’de toplamaları gerekiyordu. Hz. Muhammed, Medine’yi iyice tahkim etmek ve güçlü bir sosyal yapı ortaya çıkartabilmek için kendisine biat eden bütün Müslümanların Medine’ye göç etmesini istedi. Zira o dönemde Medine’de Evs ve Hazrec kabilelerinin yanı sıra Beni Kaynuka, Beni Nadir ve Beni Kurayza olmak üzere üç Yahudi kabilesi vardı. Bu sosyal yapının altıncı kanadı muhacirler oldu. Ayrıca Evs ve Hazrec kabileleri sürekli çatışma içinde idi. Üstelik o dönemde Arabistan Yarımadası’nda örgütlü bir devlet yoktu. Her kabile kendi başkanının yönetiminde yaşıyordu. Hz. Peygamber, Mekkeli muhacirler ile ensar arasında birlik sağladıktan sonra Yahudi kabileleri ile henüz Müslüman olmamış Arapların ve Müslümanların barış ve güven içinde yaşaması için bir şehir devleti hâlinde teşkilatlanmanın şartlarını bir metinle belirledi. Günümüzde yazılı ilk anayasa olarak nitelendirilen bu anlaşma, şehrin asayişinin sağlanması, dış tehditlere karşı savunulması, bireyler arasındaki anlaşmazlıkların giderilmesi ve bazı ekonomik faaliyetlerin yürütülmesi gibi konuları içeriyordu. Bu noktada öncelik Medine’nin savunmasında idi. Mekkelilerin her an Medine’ye saldırması söz konusu idi ve bu noktada Yahudilerden, Müslümanlarla iş birliği yapmaları ve düşmana yardım etmemeleri istendi.

Aynı anlaşmada savaş giderlerinin, fidye ve diyet gibi giderleri her inanç grubunun kendi imkânlarıyla karşılaması, her inanç grubunun yargı görevini kendi içinde bağımsız olarak yürütmesi, farklı inançlara mensup kişilerin anlaşmazlıklarında ise son karar verme yetkisinin Hz. Peygamber’e ait olması kararlaştırıldı. Böylece Hz. Muhammed’e, Medine’de inşa edilen yeni devletin başkanı statüsü tanındı. Yahudilerle Müslümanların din ve vicdan hürriyetine sahip bulundukları da açıkça belirtildi. Bu arada Medine’nin sınırları da tespit edildi ve bundan sonraki siyasi ve askerî faaliyetler bu sınırlara göre yürütüldü. Ayrıca bir kamu hizmeti olarak Medine’de Müslümanlar için bir pazar yeri yaptırıldı ve günümüzde de defin işlemlerinin yapıldığı Baki mevkisi mezarlık olarak kararlaştırıldı.

Mekke dönemi Müslümanlar için sabır ve tahammül dönemiydi. Hz. Muhammed, kendisine yapılan kötülüklere karşılık vermedi. Bu dönemde indirilen ayetler de sabrı tavsiye ediyordu. Medine’ye gelindiğinde ise yeni şartlar ortaya çıktı. Mekke’de kim Müslüman, kim müşrik bilinirken, Medine’de münafık denilen bir grup ortaya çıktı. Şehirde yaşayanların çoğunluğu İslam inancını benimsemiş olsa da şehrin dış mahallelerinde yaşayan Yahudi kabileleri her fırsatta sorun çıkartıp ihanete varan davranışlarda bulunuyorlardı.

Yahudilerin Hz. Muhammed’in tebliğ ettiği dini benimsememelerinin önemli bir nedeni, Tevrat’ta müjdelenen yeni peygamberin İsrailoğullarından çıkmamış olmasıydı. Bu nedenle Müslümanları inançlarından vazgeçirmek için çeşitli faaliyetler yürütüyor, müşrikler gibi şiddete başvurmadan Hz. Muhammed’i insanların gözünde küçük düşürmeye çalışıyorlardı. Evs ve Hazrec kabileleri arasına çeşitli fitneler sokuyor ve münafıklara cesaret veriyorlardı. Beni Kaynuka kabilesi’nin ileri gelenlerinden bazıları İslamiyete girdiklerini söyleyip münafıklar arasına katıldılar.

Hz. Muhammed’in Medine’ye göç ederek Tevhit inancını yeni bir evreye taşımasına engel olamayan Mekkeliler, yeni sürece karşı kendilerini nasıl koruyacaklarını düşünmeye başladılar. Akıllarına ilk gelen çözümlerden biri, Medine ileri gelenlerine mektup yazarak Hz. Muhammed’e sahip çıkmamalarını istemek oldu. Ebu Süfyan ve Ubey b. Halef, yazdıkları mektupta Hz. Muhammed’e yardım etmenin utanılacak bir davranış olduğunu, şayet yardım edecek olurlarsa aralarında savaş çıkabileceğini söylediler. Aynı zamanda karşı hamle yaparak ekonomik tedbirler almaya başladılar.

Bedir Zaferi Bir Başlangıçtı

Arap yarımadası büyük bir islam hareketine hazırlanırken, bütün kabileler gelişmeleri sıcağı sıcağına takip ediyorlardı. Mekke’nin bütün zenginliklerini elinin tersi ile iten Çölün Efendisi, yeni bir çekim merkezi yaratmıştı. Medine artık kendini koruyabilecek bir örgütlenmeye doğru gidiyordu. Hz. Muhammed, hicretten yedi ay sonra hazırladığı müfreze ile Mekke kervanlarına gözdağı verdi. Bu gözdağını daha sonra takip ve gözetleme şeklinde yapılan diğer sekiz harekât izledi. Bu harekâtlarla birlikte Medine ile Mekke arasında savaş hükümlerinin yürürlükte olduğu bir dönem başladı ve bu durum Hudeybiye Antlaşması’na kadar devam etti.

Mekke’nin can damarı ticaret kervanları idi. Ticaret yapamayan bir Mekke, bütün zenginliğini yitirirdi. Mekke’nin can damarına ilk darbe, hicretten on yedi ay sonra Batn-ı Nahle’de vuruldu. Yemen’den dönen Kureyş kervanına yapılan baskın ile Kureyşli müşriklere gözdağı verildi. Bunu, Ebu Süfyan’ın idaresinde Suriye’den dönen bir başka ticaret kervanına Bedir’de düzenlenmek istenen baskın takip etti. Ancak Ebu Süfyan, baskın teşebbüsünü fark edince Mekke’den yardım istedi. Ebu Süfyan, Bedir mevkisinin uzağından geçerek kervanını baskından kurtarırken, Mekkeliler, Ebu Cehil kumandasında oluşturdukları bin kişilik kuvvetle Bedir’de ticaret kervanına baskın yapmak için bekleyen Müslümanların üzerine yürüdüler. 13 Mart 624 Cuma sabahı üç yüz beş kişilik Müslüman kuvvetiyle müşrik ordusu arasında geçen savaşta Ebu Cehil dahil yetmiş kişi öldürüldü, yetmiş kişi esir alındı. Müslümanlar ise on dört şehit verdi. Bedir Savaşı, Müslümanların moralini yükseltirken, itibarlarını da arttırdı. Hz. Muhammed, zalime karşı zafer kazanmış bir komutan olarak yeni dini anlatmaya başladı.

Bedir Savaşı öncesinde Yahudilerin ikili davranışları sabırla önlenmeye çalışılırken, Bedir Savaşı sonrasında kesin önlem alma yoluna gidildi. Buna neden olan olay ise Beni Kaynuka çarşısına giden Müslüman bir kadının tacize uğraması oldu. Tacize uğrayan kadına yardım için gelen sahabinin tacizci Yahudi’yi öldürmesi ve kendisinin de şehit edilmesi üzerine Medine’deki barış hükümleri terk edilmiş oldu. Hz. Muhammed, Bedir zaferinden bir ay sonra Beni Kaynuka’nın üzerine yürüdü ve onları İslam’a davet etti. Onlar daveti reddedip kalelerine çekildiler. Bunun üzerine Hz. Muhammed kaleyi ablukaya aldı ve Müslüman olmayı kabul etmeyen Yahudilerin üç gün içinde Medine’yi terk etmelerini istedi.

Bedir Yenilgisi Mekkelileri Öfkelendirdi

Bedir’de uğradıkları kayıpları hazmedemeyen Mekkeliler, yeni bir savaş için hemen hazırlığa giriştiler. İntikam duygularını kamçılayan önemli bir neden de Müslümanların Suriye-Mısır ticaret yolunu kesmeleri ve kervanlarına baskın düzenlemeleri idi. Bu sebeple, Bedir’de topladıkları askerin üç katını donatarak 625 yılında yeniden Medine’nin üzerine yürüdüler.

Hz. Muhammed, bin kişilik bir ordu ile onları Uhud mevkisinde beklemeye başladı. Fakat Mekke ordusu gelmeden Abdullah b. Ubey’e bağlı üç yüz kişilik münafık grup ordudan ayrıldı. Abdullah b. Ubey, Medine’nin başkanı olma hayalini kuran bir kişi idi. Hz. Muhammed’in Medine’ye gelişiyle bu hayali suya düşmüş, o da yaptığı bozgunculukla hayatı boyunca peygambere zarar vermeye çalışmıştı.

23 Mart 625’te Müslümanlar ve müşrikler bir kez daha karşı karşıya geldiler. Müslümanlar başlangıçta Kureyşlileri çekilmeye mecbur ettiyse de Resulullah’ın stratejik önem taşıyan bir tepeye yerleştirdiği okçuların talimata uymayarak burayı terk etmeleri üzerine Halit b. Velid komutasındaki müşrikler arkadan saldırıp savaşın seyrini değiştirdiler. Başta Hz. Peygamber’in amcası Hamza olmak üzere yetmiş Müslüman Uhud’da şehit oldu. Müslümanları büyük korkuya sevk eden bu savaşta Hz. Muhammed de yaralandı. Dişi kırılan ve vücuduna yara alan Hz. Muhammed’in öldüğü haberleri Müslümanların savaşma azmine darbe indirdi. Müslümanlar, aldıkları büyük darbe ile Uhud Dağı’nın eteklerine çekilirken, müşrikler de Ebu Süfyan’ın etrafında toplandılar, böylece iki ordu birbirinden ayrılarak savaşı sona erdirdi.

Savaşta beklemedikleri bir yenilgi alan Müslümanlar, müşriklerin Medine’ye de saldıracakları haberini alınca yeniden toparlanarak beş yüz kişilik bir kuvvetle Medine’ye birkaç kilometre mesafedeki Hamraülesed mevkisine giderek beklemeye başladılar. Müslümanların kendilerini beklediğini öğrenen müşrikler, Medine’ye gitmekten vazgeçip Mekke’ye geri döndüler.

Tebliğciler Şehit Edildi

Müslümanlar, Uhud Savaşı’ndan moralsiz bir şekilde ayrılsalar da Arabistan Yarımadası’nda güçlerini arttıran olaylar devam etti. Birkaç ay sonra Adal ve Kâre kabilelerinden bir heyet Medine’ye gelerek Resulullah’tan kendilerine İslamiyeti öğretecek sahabiler göndermesini istedi. Aslında bu bir tuzaktı. Nitekim Temmuz 625’te Hz. Muhammed’in gönderdiği on kişilik tebliğ heyeti Recî Suyu yanında konaklarken Lihyânoğulları’ndan yüz kişilik bir grup Müslümanlara baskın düzenledi. Baskında tebliğcilerden sekizi şehit edildi. İkisi de köle olarak Kureyş’e satıldı. Mekkeli müşrikler bir müddet sonra bu iki sahabiyi de şehit ettiler.

Aynı tarihte Amir b. Sa’saa Kabilesi’nin reisi Ebu Bera Amir b. Malik de kabilesine İslam inancını anlatması için tebliğciler istedi. Hz. Muhammed, bu sefer tebliğcilerin can güvenliği teminatını aldıktan sonra Suffe ehlinden bir grubu Münzir b. Amr el-Hazrecî başkanlığında yolladı. Heyet, Medine-Mekke yolu üzerinde Amir b. Malik’in öldüğünü haber aldı ve orada bir süre bekledi. O esnada çevredeki kabilelerden oluşan bir grup, üç kişi hariç bütün heyet mensuplarını öldürdü.

Müslümanların yetişmiş insanlarına karşı girişilen bu katliamlar Hz. Muhammed’de büyük bir keder yarattı. Hatta daha önce kendisini Taif’te taşlayanlara etmediği bedduayı bu olaya sebep olanlara ettiği söylenir.

Medine Yahudilerinden Nadiroğulları da aynı dönemde kışkırtıcı hareketlerde bulunuyorlardı. Uhud Savaşı öncesinde başladıkları tahriklerini savaş sonrasında daha da arttırmışlardı. Hz. Muhammed, Medine’ye geldiğinde, yaptıkları anlaşmaya uymalarını istese de olumlu bir sonuç alamadı. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir, Ömer ve Ali ile beraber onların yerleşim merkezine gitti. Nadiroğulları kendilerini iyi karşılamakla birlikte oturdukları yerin üstünden taş yuvarlamak suretiyle onları öldürmeye teşebbüs ettiler. Durumu fark eden Hz. Peygamber şehre döndü ve onlardan on gün içinde şehri terk etmelerini istedi. Nadiroğulları göç hazırlıklarına başlamışken Abdullah b. Ubey onlara yardımcı olacağını söyleyerek gitmelerini önledi. Resulullah da onları ablukaya alıp Ağustos 625’te anlaşmaya davet etti. Bir süre direnen Yahudiler on beş gün süren ablukanın ardından Medine’den ayrıldılar.

Yanlış Anlamadan Doğan Şüphe Üzerine Ayet Gönderildi

Nadiroğulları’ndan başka Müslümanlara karşı düşmanca tavır takınan kabilelerden biri de Mustalikoğulları idi. Kabilenin reisi Haris b. Ebu Dırar, Medine’ye saldırmak amacıyla asker toplamaya başlamıştı. Kendisine karşı yürütülen hazırlığı haber alan Hz. Muhammed, Şubat 627’de yedi yüz kişilik bir kuvvetle Mustalikoğulları üzerine yürüdü. Güç oyunu bozar misali, Hz. Muhammed’in üzerlerine sefer düzenlemesi, Mustalikoğulları’nın yanında savaşa hazırlanan kabileleri dağıttı. Yalnız kalan Müstalikoğulları, girdikleri savaşta yenildiler. Çarpışmanın sonunda Müslümanlar birçok esir ve ganimet ele geçirdiler. Hz. Muhammed, esirleri ve ganimetleri sefere katılanlar arasında paylaştırdı. Bu sırada Haris b. Ebu Dırar’ın kızı Cüveyriye Müslümanlığı kabul ettiğini söyledi. Bunun üzerine Hz. Muhammed, kendisini azat edip onunla evlendi. Bunu gören Müslümanlar ellerindeki esirleri serbest bırakınca Mustalikoğulları İslam dinini kabul ettiler.

İslam tarihine Cemel Vakası olarak geçen olay da bu seferin dönüşünde yaşandı. Hz. Ayşe de bu sefere Hz. Muhammed ile birlikte katılmıştı. Sefer dönüşü konakladıkları bir yerde sabaha karşı hareket emri verildiğinde Ayşe ihtiyaç için ordugâhtan uzaklaştı, dönüşte gerdanlığını düşürdüğünü fark ederek aramaya koyuldu ve konakladıkları yere geldiğinde kafilenin hareket ettiğini görüp beklemeye başladı. Ordunun artçılarından Safvan b. Muattal, Ayşe’yi devesine bindirip kafileye yetiştirdi. Başlangıçta kimsenin dikkatini çekmeyen bu olay, münafıkların başı Abdullah b. Ubey ve adamlarının dedikodusu yüzünden önemli bir soruna dönüştü. Hz. Muhammed, yapılan dedikodulardan etkilenerek Hz. Ayşe’ye kırıldı ve onu, babası Hz. Ebu bekir’in evine gönderdi. Hz. Muhammed, Ayşe ile birlikte geçirdiği sıkıntılı günlerden, indirilen ayet ile kurtuldu.

Müşrikler Son Saldırılarından da Sonuç Alamadı

Mekkelilerin Medine’ye karşı son saldırısı Hendek Savaşı olmuştur. Bu sefere, Kureyşliler dışında çeşitli Arap kabileleriyle Medine’den çıkarılan Beni Nadir ve o sırada Medine’de kalan Beni Kurayza Yahudilerinden oluşan kalabalık bir grup katıldı. Hayber Kalesi’nde yaşayan Nadiroğulları’nın tahriki ile Mekkelilerin topladığı asker sayısı on bin kişiye ulaştı. Ebu Süfyan’ın komutasında harekete geçen Mekkelilere karşı Hz. Muhammed daha önce Arabistan yarımadası’nda hiç kullanılmamış bir savunma yöntemine başvurdu. Azatlı kölelerden Selman-ı Farisi, memleketi İran’da gördüğü savunma yöntemini Hz. Muhammed’e anlattı. Bu yöntemi uygulayan Hz. Muhammed, Medine’nin kuzey kesiminde büyük hendekler kazdırdı. Üç bin kişinin katıldığı bu çalışma kısa sürede tamamlandı. O tarihe kadar Arabistan Yarımadası’nda toplanmış en büyük ordu ile hendeklerin önüne gelen müşrikler, ilk defa karşılaştıkları bu savunma yöntemi karşısında ne yapacaklarını şaşırdılar. Yirmi gün boyunca sürdürdükleri kuşatmaya daha fazla dayanamayarak çıkan şiddetli bir fırtınanın ardından Nisan 627’de Mekke’ye döndüler.

Bu savaş sonrasında Medine içinde yeni bir hesaplaşma yaşandı. Medine’de kalan son Yahudi kabilesi Kurayzaoğulları, Hendek Savaşı’nda şehrin savunmasına yardımcı olmadıkları için anlaşma hükümlerini ihlal etmeleri nedeniyle kendi topraklarına gittiler. Hz. Muhammed, önce onları Müslüman olmaya davet etti. Reddetmeleri üzerine teslim olmalarını istedi. Onlar bu teklifi de reddedince bulundukları yeri kuşattı. Bir aya yakın süren kuşatmadan sonra Kurayzaoğulları eski müttefikleri Evs kabilesi’nden Sa’d b. Muaz’ın vereceği hükme razı olacaklarını açıkladılar. Sa’d savaşacak gücü bulunanların öldürülmesine, kadın ve çocukların esir edilmesine ve mallarının ganimet olarak alınmasına karar verdi. Hz. Muhammed de ihanetin cezasının ölüm olduğunu bildiren Yahudilerin kutsal kitabı Tevrat’a uygun düşen bu kararı uyguladı.

На страницу:
2 из 3