Полная версия
Ahmak Wilson'ın Trajedisi
Tom’un düşmanları çok güçlüydü. Dolayısıyla fikirlerini özgürce ifade edebildiler. Tom’a güldüler ve korkak, yalancı, sinsi deyip bir sürü ad taktılar. Chambers’a da yeni bir ad verdiklerini söylediler, artık kasabada “Tom Driscoll’un zenci babacığı” diye tanınacaktı ve bu yeni varlığın mimarı, Chambers’tı.
Tom bu sataşmalar karşısında iyice öfkelendi ve bağırarak:
“Kafalarını kopar, Chambers! Kopar kafalarını! Ellerin cebinde ne diye dikilip duruyorsun orada?” dedi.
Chambers itiraz etti: “Ama Sahip Tom, sayıları çok fazla, onlar…”
“Duyuyor musun beni?”
“Lütfen, Sahip Tom, yapmayın! Çok fazlalar…”
Tom, Chambers’ın üstüne fırlayıp cebindeki çakıyı iki üç kez sapladı. Diğer oğlanların yetişip yaralı çocuğa kaçma fırsatı vermelerinden önce oldu bu. Chambers yaralanmıştı, ama durumu ciddi değildi. Eğer bıçak biraz daha uzun olsaydı, her şey o anda sona ermiş olurdu.
Tom uzun zaman önce Roxy’ye “yer”ini öğretmişti. Onu okşamaya veya bir sevgi sözü söylemeye son kez cesaret etmesinin üzerinden çok zaman geçmişti. Bir “zenci”nin bu tür şeyler yapması ona iğrenç geliyordu. Roxy’yi mesafesini koruması ve kim olduğunu unutmaması için uyarmıştı. Roxy, bir tanecik bebeğinin onun oğlu olmaktan giderek uzaklaştığını görüyordu. Bu detayın tamamen yok olduğunu fark ediyordu. Geriye kalan sadece efendi olmuştu, üstelik bu, zarif bir efendi de değildi. Anneliğin ulviliğinden çıkarak değişmez köleliğin kasvetli derinliklerine daldığını hissediyordu. Oğlu ve kendisi arasındaki ayrılık uçurumu tamamlanmıştı. Artık onun eşyasıydı sadece; hizmetçisi, köpeği, yalaka ve çaresiz kölesi, havai öfkesinin, kötü tabiatının mütevazı ve ona karşı koyamayan bir kurbanıydı.
Bazen, hatta yorgunluktan bitap düştüğü zamanlarda bile uyuyamıyordu; çünkü oğlunun o gün yaşattıkları yüzünden öfkeden çılgına dönüyordu. Kendi kendine mırıldanıp dururdu:
“Bana vurdu, hem de hiç suçum yokken. Herkesin içinde yüzüme vurdu. Bir de bana “zenci cadı” diyor, “sürtük” diyor, daha bir dolu kötü söz söylüyor, onun için her şeyi yapmama rağmen. Ah, Tanrım. Onun için neler yapmadım! Ben olmasam o bi hiç olcaktı! Bana verdiği karşılığa bak!
Belli bir hakaretin öfkesi kalbini yaktığı bazı zamanlarda, intikam planları yapıp onun aslında bir sahtekâr ve köle olduğunu dünyaya ilan etme fikriyle neşelenirdi. Fakat bu sevincin ortasında bir korku kaplardı içini. Onu çok güçlendirmişti. Hiçbir şey kanıtlayamazdı. Hem, Tanrı korusun, nehrin aşağısında satılabilirdi! Bu yüzden planları sonuçsuz kalırdı. İntikama aç yüreğini doyurmak için, böyle bir şey gerektiğinde kullanmak üzere, o unutulmaz günde yanında bir şahit bulundurmamakla aptallık ettiği için kendine ve kadere kızarak planlarını bir kenara koyardı.
Ancak Tom ona iyi davrandığında -arada sırada oluyordu bu- bütün yaraları iyileşiverirdi. Mutluluk ve gururla dolardı. Çünkü beyazlar arasında efendilik yaparak ırkına karşı olan suçlarının intikamını alan bu çocuk, onun oğlu, onun zenci oğluydu. 1845 sonbaharında, Dawson’s Landing’de iki büyük cenaze vardı. Ölenlerden biri Albay Cecil Burleigh Essex ve diğeri Percy Driscoll’du.
Ölüm döşeğindeki Driscoll, Roxy’ye hürriyetini verdi ve kendisine tapınılan, gösterişli oğlunu, hâkim olan ağabeyiyle onun karısına teslim etti. Çocuğu olmayan karı koca buna çok sevinmişti. Çocuğu olmayan insanları sevindirmek zor değildir.
Hâkim Driscoll, bir ay kadar önce gizlice kardeşine gidip Chambers’ı satın almıştı. Tom’un babasına çocuğu nehrin aşağısında sattırmaya çalıştığını duymuştu ve skandalı önlemek istemişti. Ailenin hizmetçilerine önemsiz bir nedenle veya nedensizce böyle davranılması halk arasında hoş karşılanmazdı.
Percy Driscoll, vurguna konu olan arazisini satabilmek için çok uğraşmıştı ama bunu başaramadan öldü. Daha mezara yeni girmişti ki piyasadaki artış son buldu ve imrenilen genç varisi yoksul kaldı. Ama hiç önemli değildi; amcası onu varisi yapacağını ve böylece öldüğünde servetinin ona kalacağını söyledi. Tom da bununla avundu.
Roxy’nin artık bir evi yoktu. Bu yüzden etrafı dolaşıp arkadaşlarına veda etmeye karar verdi. Sonra toparlanıp dünyayı görecekti, yani bir vapurda oda hizmetçisi olarak çalışacaktı. Irkının ve hemcinslerinin en büyük hevesiydi bu.
Son ziyaretini siyah dev Jasper’a yaptı. Jasper, Ahmak Wilson’ın kışlık odunlarını doğruyordu.
Roxy geldiğinde Wilson, Jasper’la sohbet ediyordu. Roxy’ye, oda hizmetçiliği yapmak için buradan ayrıldığında çocuklarından uzak kalmaya nasıl dayanacağını sordu. Şakayla karışık çocukların on ikinci yaşlarına kadar alınmış parmak izlerinin bir kopyasını ona vermeyi teklif etti, böylece onları unutmayacaktı. Roxy, bir an için acaba bir şeylerden mi şüpheleniyor, diye düşündü. Sonra istemediğini söyledi. Wilson kendi kendine şöyle dedi: “Damarlarındaki siyah kan batıl itikatlı. Şu camlarla uğraşmamın cadı işi olduğunu sanıyor. Buraya elinde at nalıyla gelirdi eskiden. Belki de rastlantıydı, ama öyle olduğunu pek sanmıyorum.”
İkizler Dawson’s Landing’de Büyük Heyecan Yaratır
Eğitim her şeydir. Şeftali, bir zamanlar acıbademdi; karnabahar ise koleje gitmiş kabaktan başka bir şey değildir.
Ahmak Wilson’ın TakvimiDr. Baldwin’in sonradan görmeler hakkındaki sözleri: Yer mantarı olduğunu sanan zehirli mantarları yemek istemeyiz.
Ahmak Wilson’ın TakvimiBayan York Driscoll, iki sene boyunca Tom’un hayatına dahil oluşunun keyfini çıkardı. Bu sevincin kimi zaman bozulduğu doğruydu, ama yine de çocuk sahibi olmak büyük bir saadetti. Sonra Bayan Driscoll öldü. Kocası Bay Driscoll ve Bay Driscoll’un çocuksuz kız kardeşi Bayan Pratt bu neşeyi eskisi gibi sürdürdü. Tom el üstünde tutuldu, istediği her şey yapıldı; gönlünce, yani neredeyse gönlünce şımartıldı. Bu durum, Tom on dokuz yaşına gelene kadar böyle devam etti. Sonra Yale’e gönderildi. “Koşullar” konusunda iyi donanımlıydı ama bunun dışında orada pek göze battığı yoktu. Yale’de iki yıl kaldı ve sonra pes etti. Eve geldiğinde davranışları epey düzelmişti. Huysuzluğu ve nezaketsizliği gitmişti. Hoş ve düzgün konuşuyordu. Gizlice ve bazen de açıkça ironiye başvuruyor, insanların bam teline basıyor, ancak bunu babacan ve yarı bilinçli bir tavırla yaptığı için başı derde girmiyordu. Her zamanki gibi üşengeçti ve meslek edinmeye karşı şiddetli bir arzusu da yoktu. Bu yüzden insanlar, amcası nalları dikene kadar onun sırtından geçinmek istediğini düşünüyordu. Orada birkaç yeni alışkanlık da edinmişti. Birini açıkça uyguluyordu: İçki içmek. Diğerini ise gizliyordu: Kumar oynamak. Kumar oynadığını amcasının duyması hiç iyi olmazdı; bunu çok iyi biliyordu.
Tom’un doğudan getirdiği yeni tarzı, gençler arasında pek popüler değildi. O kadarla kalsa dayanabilirlerdi belki ama bir de eldiven takıyordu ki ona dayanamıyorlardı. Bu yüzden etrafında kimse olmuyordu. Enfes tarz ve kesimde -Doğu ve şehir tarzında- birçok giysi getirmişti. Bu giysiler, herkeste ıstıraba neden olmuş ve amaçsız bir hakaret olarak algılanmıştı. Ancak o, bu yeni tarzın kendisinde uyandırdığı hislerden hoşlanıyordu. Bütün gün huzurlu ve mutlu bir şekilde kasabada dolaşıyordu. O gece gençler bir terzi ayarladı ve Tom ertesi sabah yürüyüşüne başladığında, yaşlı zenci zangocun göz alıcı patiskadan abartılı giysisiyle yanından geçtiğini ve elinden geldiğince Doğu zarafetini taklit ettiğini gördü.
Tom bunu görünce pes etti ve bundan sonra yerel usule göre giyinmeye başladı. Ancak daha canlı yöreleri tanıdıktan sonra bu sıkıcı kasabadan bezmişti ve burası giderek daha sıkıcı hale geliyordu. Ferahlamak için St. Louis’e küçük yolculuklar yapmaya başladı. Orada kendine uygun arkadaşlar ve zevkine uygun eğlenceler buldu. Ayrıca bazı konularda memleketindekinden daha özgürdü. İki yıl boyunca bu şehre yaptığı ziyaretleri artırdı ve burada daha uzun zaman geçirdi.
Derin sulara dalıyor, riske giriyordu ve bu durum bir gün başını derde sokabilirdi. Öyle de oldu.
Hâkim Driscoll, 1850 senesinde barodan ve bütün iş faaliyetlerinden emekliye ayrılmıştı. Üç yıldır dinlenmekteydi. Hür Düşünürler Derneği’nin başkanıydı ve Ahmak Wilson da derneğin üyesiydi. Artık yaşlı avukatın hayatta ilgi duyduğu tek şey, derneğin haftalık toplantılarıydı. Ahmak, hâlâ merdivenin en alt basamağında çabalıyordu. Yirmi üç yıl önce köpek hakkında söylediği o talihsiz sözün uğursuzluğu peşini halen bırakmamıştı.
Hâkim Driscoll, Wilson’ın arkadaşıydı ve ona ortalamanın üstünde bir zekâya sahip olduğunu söylüyordu. Ancak bu, Hâkim’in bir hevesle söylediği bir şey olarak görülüyordu ve Wilson’ın halk arasındaki imajını değiştirememişti. Belki de değişmemesinin sebebi buydu, ama başka ve daha iyi bir neden vardı. Eğer Hâkim sadece iddia etmekle kalsaydı, bunun iyi bir etkisi olacaktı. Ancak iddiasını kanıtlamaya çalışma hatasına düştü. Wilson, birkaç senedir gizlice, tuhaf bir yıllık üzerinde çalışıyordu. Bu, eğlenmek için yaptığı bir şeydi: Her tarihe, genelde ironiyle süslenmiş gösterişli bir felsefenin eklendiği bir takvim. Hâkim ise Wilson’ın bu nükte ve düşüncelerinin dikkatle düzenlendiğini ve sevimli olduğunu düşünüyordu. Bu yüzden, bir gün bazılarını yanına alıp birkaç vatandaşa okudu. Fakat ironi, o insanlara göre değildi. Onların algısı buna odaklı değildi. En ağır şekilde ifade bulmuş bu latifeleri okudular ve Dave Wilson’ın bir ahmak olduğuna dair en ufak şüphe dahi var idiyse -ki yoktu- bu ifşayla o şüphenin de ortadan kalktığına karar verdiler. Bu dünyanın düzeni böyledir işte. Bir düşman, bir adamı kısmen mahvedebilir, ama iyi niyetli ve tedbirsiz bir arkadaş işi tamamlar. Bundan sonra Hâkim, Wilson’a karşı daha da şefkatli davrandı ve takviminin değerli olduğuna her zamankinden fazla emin oldu.
Hâkim Driscoll bir hür düşünür olabilir ve toplumdaki yerine sahip çıkabilirdi; çünkü bu topluluk için en önemli kişiydi ve dolayısıyla, kendi yolunda ilerlemeyi göze alabilir ve kendi inançlarına tutunabilirdi. Bu gözde derneğin diğer üyesine de benzer bir özgürlük veriliyordu, halihazırda halkın gözünde bir sıfırdı ve onun ne düşündüğünü ya da ne yaptığını kimsenin umursadığı yoktu. Sevilen ve her yerde yeterince hoş karşılanan biriydi, ama hiçbir ehemmiyeti yoktu.
Herkesin şefkatle “Patsy Teyze” dediği Dul Cooper, kızı Rowena’yla birlikte rahat ve sıcak bir kır evinde yaşıyordu. Rowena 19 yaşında, romantik, cana yakın ve çok güzel bir kızdı; ama bunun dışında dikkate değer bir yanı yoktu. İki erkek kardeşi vardı ki bunlar da pek mühim kişiler değildi.
Dul kadının evinde büyük ve boş bir oda vardı. Birini bulacak olursa burayı kiralıyordu ve kiraya yemek de dahildi. Ancak odanın bir senedir boş olmasına üzülüyordu. Geliri ailenin ihtiyaçlarına ancak yetiyordu ve küçük lüksler için kira parasına ihtiyacı vardı. Ve nihayet yakıcı bir haziran gününde dileği gerçek oldu. Usandırıcı bekleyişi artık sona ermişti. Bir yıllık ilanına yanıt almıştı. Hem de köylü birinden değil, hayır! Bu mektup uzaklardan, kuzeydeki büyük dünyadan, St. Louis’den geliyordu. Verandada oturup dikkatsiz gözlerle büyük Mississippi Nehri’nin ışıldayan kollarını izledi. Talihini düşünüyordu. Gerçekten de talihliydi, çünkü bir yerine iki kiracısı olacaktı.
Mektubu ailesine okudu. Rowena, köle kadın Nancy’nin odayı temizleyip havalandırmasını kontrol için uçarcasına gitti. Oğlanlarsa bu harika haberi yaymak için kasabaya indi; çünkü bu, halkın menfaatini ilgilendiren bir haberdi ve kasaba halkı durumdan haberdar edilmediği takdirde hoşnut olmayacaklardı.
Rowena, sevinç ve heyecanla yüzü kızarmış halde geri döndü ve mektubu tekrar okumak için yalvardı. Mektup şöyleydi:
SAYGIDEĞER HANIMEFENDİ,
Ben ve erkek kardeşim, şans eseri ilanınızı gördük ve bahsettiğiniz odayı kiralamak istiyoruz. Yirmi dört yaşındayız ve ikiziz. Aslen İtalyanız, ancak uzun sure Avrupa’nın farklı ülkelerinde ve birkaç senedir de Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşıyoruz. İsimlerimiz, Luigi ve Angelo Capello. Siz yalnızca tek bir misafir diliyorsunuz, Sevgili Hanımefendi, ancak iki kişilik kira ödememize izin verirseniz, size zahmet vermeyiz. Perşembe günü geleceğiz.
“İtalyanlar! Ne kadar romantik! Bir düşünsene anne. Kasabaya hiç İtalyan gelmedi daha önce. Herkes onları görmek isteyecek ama onlar BİZİM! Bir düşün!”
“Evet, büyük heyecan yaratacaklarından eminim.”
“Gerçekten de öyle olacak. Bütün kasaba çılgına dönecek! Düşünsene! Avrupa’yı, her yeri görmüşler! Bu kasabada daha önce hiç seyyah olmadı, anne. Krallarla tanışmışlarsa bile şaşırmam!”
“O kadarını bilemeyiz. Öyle olmasa bile yeterince heyecan yaratacakları kesin.”
“Elbette. Luigi ve Angelo. Çok güzel adları var, görkemli ve yabancı adlar. Jones ve Robinson gibi sıradan değil. Perşembe günü geliyorlar. Bugün ise salı. Daha çok beklememiz gerek maalesef. İşte Hâkim Driscoll kapıda göründü. Haberleri duymuş olmalı. Gidip kapıyı açayım.”
Tebriklerini sunan Hâkim merak doluydu. Mektup okunup tartışıldı. Çok geçmeden Yargıç Robinson gelerek tebriklerini iletti ve mektup yeniden okunup tartışıldı. Bu daha başlangıçtı. Kadın erkek komşuların ardı kesilmedi bütün gün ve bu tören alayı çarşamba ve perşembe günleri boyunca da sürdü. Mektup, neredeyse yırtılana kadar defalarca okundu. Mektubun zarif ve nazik diliyle düzgün ve özenli üslubuna herkes hayran kaldı. Herkes anlayışlı ve heyecanlıydı. Copper ailesi ise mutluluktan uçuyordu.
Bu ilkel zamanlarda sığ sularda gemilerin durumu belirsiz olurdu. Bu sefer de perşembe gelecek olan gemi, gece onda varmamıştı. İnsanlar limanda bütün gün boşuna beklemişti. Şiddetli bir fırtına çıkınca da meşhur yabancıları göremeden evlerine gittiler.
Saat on bir oldu ve Cooper hanesi, kasabada ışıkları yanan tek evdi. Yağmur ve gök gürültüsü artıyordu, ancak kaygılı aile, ümitle beklemeye devam ediyordu.
Sonunda kapı çaldı ve bütün aile kapıyı açmak için yerinden fırladı. Ellerinde birer valizle iki zenci adam girdi içeri. Yukarıdaki misafir odasına ilerlediler. Arkalarından ikizler geldi. Batının gördüğü en yakışıklı, en iyi giyimli, en seçkin görünümlü genç adamlardı bunlar. Biri diğerinden az daha açık tenliydi ama bunun dışında birbirlerinin kopyasıydılar.
Şan ve İhtişam
Öyle yaşamaya gayret edelim ki öldüğümüzde cenazeci bile üzülsün.
Ahmak Wilson’ın TakvimiHuylu huyundan vazgeçmez, ama tatlı dille ikna edilebilir.
Ahmak Wilson’ın TakvimiSabah kahvaltısında ikizler, büyüleyici üslupları ve kibar tavırları sayesinde ailenin beğenisini hemen kazandı. Çekingenliğin ve resmiyetin yerini dostluk duyguları aldı. Patsy Teyze, nerdeyse geldiklerinden beri ikizlere ilk adlarıyla seslendi. Haklarındaki her şeyi merak ediyor ve merakını gösteriyordu. İkizler de kendilerinden bol bol bahsederek Patsy Teyze’yi memnun ettiler. Yoksulluk ve zorluklar içinde büyüdükleri anlaşıldı.
Sohbet ilerledikçe yaşlı kadın, bu konuda bir iki soru sormak için fırsat kollamaya başladı ve kumral genç dinlenirken hayat hikâyelerini anlatmaya devam eden sarışın gence döndü:
“Mahsuru yoksa sorabilir miyim Bay Angelo, çocukken neden bu kadar kimsesiz ve dertliydiniz? Anlatmak ister misiniz? Ama istemiyorsanız anlatmayın.”
“Ah, elbette anlatırız hanımefendi. Bizimki sadece talihsizlikti, kimsenin suçu değildi. İtalya’dayken ailemiz varlıklıydı ve bizden başka çocukları yoktu. Eski Floransa soylularındandık.” Rowena’nın kalbi hızla çarpmaya başladı, burun delikleri açıldı ve gözleri parladı. “Sonra savaş çıktı. Babam kaybeden taraftaydı ve hayatını kurtarmak için kaçmak zorunda kaldı. Mallarına el kondu, kişisel mülkü ele geçirildi. Bu olaydan sonra Almanya’ya gittik. Artık yabancıydık, kimsemiz yoktu ve yoksulduk. Kardeşimle ben on yaşındaydık ve yaşımıza göre iyi eğitim almıştık. Çok çalışkandık, kitapları çok severdik ve Almanca, Fransızca, İspanyolca ve İngilizce dillerini çok iyi konuşurduk. Ayrıca birer müzik dehasıydık; umarım böyle söylememenin mahsuru yoktur, çünkü gerçek bu.”
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
1
Pişmiş kil bazlı, kahverengimsi kızıl renkli, mat seramik. (e.n.)
2
First Families of Virginia: Soyları, 17. yüzyılda Virginia’ya yerleşmiş olan İngiliz koloni kurucularına dayanan varlıklı aileler. (ç.n.)
3
Valet de chambre (fr.): Uşak, oda hizmetçisi. (e.n.)
4
Diyakoz Katolik, Anglikan ve Ortodoks kiliselerindeki 3 yüksek ruhban derecesinin ilk basamağı olan diyakozluk rütbesini haiz kişidir. Diğer 2 rütbe ise sırasıyla papazlık ve piskoposluktur. (e.n.)