bannerbanner
Truva
Truva

Полная версия

Truva

Язык: tr
Год издания: 2023
Добавлена:
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
3 из 3

V

Truva Zaferleri

Savaş sona ermişti ama Truvalılar için savaşan İda Prensi Pandarus’un aklından şeytani ve aptalca bir düşünce geçti. Yeminini hiçe sayarak Menelaus’u vurmayı seçti. Fırlattığı ok Menelaus’un göğsünü sıkıca saran zırhını delince kan döküldü yere. Bunun ardından erkek kardeşini çok seven Agamemnon ağlayıp sızladı ve ölmesi durumunda tüm ordunun eve döneceğini ve Truvalıların Menelaus’un mezarı üzerinde dans edeceğini söyledi. “Ordunun harekete geçmesine gerek yok,” dedi Menelaus, “Atılan ok bana hiç zarar vermedi.” Doktor oku yaradan kolayca çıkardığında söylediğinin doğru olduğu da anlaşılmış oldu.

Daha sonra Agamemnon gittiği her yerde Yunan ordusunun silahlanmasını ve barış yeminlerini bozdukları için kesinlikle hezimete uğratılması gereken Truvalılara bir saldırı düzenlenmesi gerektiği söyledi durdu. Ancak her zamanki küstahlığıyla Ulysses ile Diomede’yi korkak olmakla suçladı, halbuki Diomede gerçekten cesur bir adamdı, Ulysses ise tüm askerlerin evlerine dönmesine mani olmuştu. Ulysses bu suçlamaya insancıl bir şekilde karşılık verirken Diomede o an tek kelime etmemişti. Aklındakileri sonradan söyleyecekti. At arabasından inen Diomede’yi gören diğer komutanlar da aynısını yaptı. Arkalarında at arabaları tek sıra halinde onu takip etmeye başladılar. Mızrakçılar ve okçular da onları arabaların ardından izliyorlardı. Truva ordusu ileri atıldı, kendi tuhaf dilinde bağırıp çağırıyordu hepsi. Truvalıların aksine Yunan ordusu sessizce ilerliyordu. Çok geçmeden iki taraf karşı karşıya geldi, kalkanlar çarpışıyordu. Çıkan ses tepelerden gürül gürül akan taşkın suların uğultusuna benziyordu sanki. Askerler öldürdükleri kişinin zırhını çıkarıyor ve onun bedenini kalkan olarak kullanarak dövüşmeye çalışıyordu. Ölen askerin arkadaşları da ölüye karşı yapılan bu onursuz davranışa son vermek adına ölü bedenin üzerinden diğerini yenmeye çalışıyordu.

Ulysses yaralanan arkadaşının üzerine çıkmış savaşıyordu ve mızrağını Truvalı bir prensin kafasını hedef alıp onun miğferine sapladı. Etraftaki askerler savaşçıların fırlattığı mızraklar, oklar ve ağır kayalar altında yere yığılıyorlardı. Bu sırada Menelaus, Paris’in Yunanistan’a gittiği gemi de dahil olmak üzere tüm gemileri inşa eden adamı mızrakla vurdu. Yerdeki toz, sanki bir bulut gibi havalandı, bir sis bulutu dövüşen askerlerin üzerine çıktı. Diomede taşan bir nehir misali hızla ovanın karşı tarafına geçiyor, akan nehrin yatağı üzerinde ağaç dallarını ve ot parçalarını bırakması gibi o da ölü bedenler bırakıyordu arkasında. Pandarus, Diomede’yi okuyla yaralasa da Diomede onu öldürdü. Sapedon ve Hektor kendilerini Yunanların üzerine atınca Truvalılar savaşta geri çekilmeye başladılar. Hatta Diomede Hektor’u görünce ürperdi ve onu Truvalı askerleri öldüren Ulysses’e bıraktı. Savaş bu şekilde sürüp gitti, oklar yağmur gibi döküldü.

Kadınların tanrıça Athena’ya dua etmesini sağlamak için Hektor şehre gönderildi. Paris’in evine de uğradı. “Beni buraya kadar sürükleyenler, rüzgâr ve insanı sularında boğan dalgalardı. Elbet bir gün geçeceğini biliyordum işte!” dedi Hektor.

Sonra da sevgili eşi Andromakhe’yi görmeye gitti. Eşinin babası kuşatmanın ilk günlerinde Akhilleus tarafından öldürülmüştü. Oğlunu taşıyan bakıcıyı ve eşini buldu, kadının koynunda çocuğun güzel ve parlak başı bir yıldız gibi parlıyordu sanki. Helen, Paris’in dövüşe geri dönmesi konusunda ısrarcıydı. Andomakhe ise Hektor’un şehirde kalması ve artık savaşmaması için dua ediyordu. Eşi ölürse kendisi dul, çocuğu ise yetim kalacaktı. Kendilerini koruyacak kimsenin kalmayacağından korkuyordu. Söylediğine göre uzun bir süre duvarların arasında güvendeydiler ve ordu açık arazide değil duvarların ardında dövüşmeyi beklemeliydi. Fakat Hektor hiçbir koşulda savaşmaktan korkup kaçmayacağını söyledi ona ve ekledi: “Tüm kalbimle biliyorum ki kutsal Truva şehrini indireceğimiz gün gelecektir ve tabii Priam ve halkını da. Ama senin düşündüğün gibi ölecek olmam beni hiç endişelendirmiyor. Beni örten lahdimin başı gökyüzüne dönük olsun ki yaşayacağın tutsaklığın haykırışlarını ve hikâyesini daha iyi duyayım.”

Bunları söyledikten sonra Hektor iki elini küçük oğluna doğru uzattı ama çocuk babasının ışıldayan miğferi ve miğferinin tepesinde sallanan at kılından korkmuştu. Bu yüzden Hektor miğferini çıkarıp yere koydu ve çocuğu kollarının arasına alıp sevdi, eşini de sakinleştirmeye çalıştı. Son kez hoşça kal dedi onlara çünkü Truva’ya yeniden sağ salim ulaşamayacağının farkındaydı. Geldiği yoldan savaş alanına geri döndü, yanında görkemli zırhını giyen Paris de vardı. Savaş meydanına varır varmaz Yunan prensleri düşmanı öldürmeye başlamışlardı bile.

Hava kararana dek savaş sürüp gitti. Gece Yunanlar ve Truvalılar ölülerini yaktı. Truvalıların şehirden gelip açık arazide dövüşmeye başlaması karşısında bir güvenlik önlemi olarak Yunanlar ordugâhlarının etrafına bir hendek kazıp duvar inşa etti.

Ertesi gün Truvalılar o kadar büyük bir başarı elde ettiler ki geceleyin duvarların arkasına çekilmediler. Ovada binlerce ateş yaktılar ve her bir ateşin etrafında flüt müziği eşliğinde yaklaşık elli asker yemek yiyor, şaraplarını yudumluyorlardı. Ateşlerin sayısı bini bulmuştu. Yunanların gözü korkmuştu. Agamemnon tüm orduyu bir araya getirdi ve gece gemileri suya indirip eve dönmeyi önerdi. Bunun üzerine Diomede ayağa fırladı ve “Bana korkak demiştin ama asıl korkak sensin! Korkuyorsan gidebilirsin ama biz Truva şehrini alana dek burada kalıp savaşacağız,” dedi.

Bunu duyan herkes bağırmaya ve Diomede’yi öven sözler söylemeye başladı. Nestor gece vakti Truvalıların saldırıya geçmesi durumunda düşman askerleri izleyip yeni inşa edilen duvarı ve hendeği gözetleyecek beş bin askerin, oğlu Thrasymeds’in idaresine gönderilmesi gerektiğini söyledi. Ardından Ulysses ile Aias’ın Akhilleus’un yanına gönderilmesini, Briseis’i geri vermesi için onu yapılan saygısızlığın karşılığı olarak pahalı altın hediyeler verilip af dileneceğinin söylenmesini önerdi. Akhilleus Agamemnon ile yeniden arkadaş olursa ve eskisi gibi savaşırsa Truvalılar da kısa sürede evlerine geri gönderilecekti.

Tüm ordunun mağlup edilip gemilerin yok edileceğinden ve askerlerin öldürüleceği veya köle olarak ele geçirileceğinden ödü kopan Agamemnon af dilemeye çoktan hazırdı. Bu nedenle Ulysses, Aias ve Akhilleus’un yaşlı hocası Phoenix, Akhilleus’un yanına gidince pahalı hediyeleri kabul edip Yunan halkına yardımcı olması için onu ikna etmeye çalıştılar. Ancak Akhilleus Agamemnon’un verdiği tek bir söze bile inanmadığını söyledi; Agamemnon ondan ölesiye nefret ederdi, hep etmişti. Öfkesi dinmeyen Akhilleus sonraki gün tüm adamlarıyla denize açılacaktı, diğerlerinin de onunla gelmesini istemişti. Nadiren konuşan uzun boylu Aias ona sordu: “Neden bu kadar öfkelisin? Bir kadın için bu kadar zahmete değer mi? Sana bir sürü hediyenin yanında yedi kız da vereceğiz.”

Truvalıların kendi gemilerini yakması şartıyla Akhilleus, ertesi gün denize açılmayacağını söyledi ve Hektor’un yapacak bir sürü işi olduğunu düşündü. Ulysses, Akhilleus’un mesajını ilettiğinde Yunanlar suskundu. Diodeme ayağa kalktı ve Akhilleus olsun ya da olmasın yüreklerini ortaya koyarak savaşmaları gerektiğini söyledi ve barakalara veya barakaların önlerinde açık havada uyumaya gittiler.

Agamemnon uyuyamayacak kadar huzursuzdu. Karanlıkta parlayan binlerce Truva ateşini izliyor, neşeli flüt melodilerini duyuyordu. Acıyla inledi ve uzun saçlarını eliyle kavrayıp çekiştirdi. Ağlamaktan, sızlanmaktan ve saçlarını çekiştirip durmaktan yorulunca yaşlı Nector’un tavsiyesini dinlemeye karar verdi. Aslan derisi yatak örtüsünü alıp omuzlarını örttü, mızrağını aldı ve dışarı çıkıp soğuk havadan dolayı uyuyamayan Menelaus’un yanına gitti. Menelaus Truvalıların arasına bir casus gönderilmesini önerdi, tabii bunu yapacak kadar cesur biri varsa. Çünkü Truva kampı yanan ateşler nedeniyle aydınlıktı ve bu iş tehlikeliydi. Bu nedenle ikisi gidip Nestor ile onun yanındaki diğer komutanları uyandırdılar. Hepsi yatak örtülerine sarınmıştı ve zırhlarını çıkarmışlardı. İlk olarak duvarı gözetlemekle görevli beş bin askerin yanına gittiler, sonra da hendeği geçip dışarıda oturdular ve ne yapılabileceğini düşündüler. “Biriniz casus olarak Truvalıların arasına gidecek misiniz?” diye sordu Nestor. Hiçbir askerin kabul etmeyeceği belliydi. Diodeme eğer birkaç kişi de onunla gelirse bu riski göze alabileceğini ve eğer yanına bir arkadaş seçecekse de bu kişinin Ulysses olacağını söyledi.

“Hadi o zaman, yola koyulalım,” dedi Ulysses, “Gece sona ermek üzere, neredeyse şafak sökecek.” Bu iki komutan üzerlerine zırh giymedi, alevler arasındayken bronz kadar parlamayacağını düşünerek muhafız askerlerden deri kasket ödünç aldılar. Ulysses’in ödünç aldığı kasketin dışı domuz dişleriyle sağlamlaştırılmıştı. Agamemnon’un şehrinde bulunan Miken’in mezarında kılıçlar ve zırhlarla birlikte bu amaçla yapılan pek çok kasket bulunmuştur. Ulysses’in ödünç aldığı kasketi ise biri Hırsızların Ustası olarak tanınan büyükbabası Autolykus’tan çalmış, hediye olarak arkadaşına vermişti. Birkaç kez el değiştiren kasket en sonunda Giritli genç asker Meriones’in eline geçmişti ve şimdi Ulysses’e ödünç verilmişti. Böylece iki prens karanlıkta yola çıktı. O kadar karanlıktı ki bir balıkçılın seslerini duyuyor ama nereye uçtuğunu göremiyorlardı.

Ulysses ve Diomede ölü bedenlerin arasında iki kurt gibi karanlıkta sessizce yol alırken Truvalı liderler toplanıp ne yapmaları gerektiğini görüşüyordu. Yunanların her zaman olduğu gibi düşman yaklaştığında diğerlerini ikaz etmek için nöbetçi ve gözcü asker yerleştirip yerleştirmediğini bilmiyorlardı. Bu nedenle Hektor geceleri sürünerek ilerleyecek ve Yunanları gizlice dinleyecek askerin ödüllendirilmesini teklif etti. Ayrıca casusa Yunan kampındaki en iyi iki at da hediye edilecekti.

O sırada Truvalı askerlerin arasında Dolon adında genç bir adam vardı. Babası zengindi ve ailedeki beş kız kardeş içinde tek erkek oydu. Çirkindi ama hızlı bir koşucuydu ve atlar onun için dünyadaki her şeyden daha önemliydi. Dolon ayağa kalkıp “Atlar ile Peleus oğlu Akhilleus’un at arabasını vereceğinize dair ant içerseniz Agamemnon’un kulübesine kadar görünmeden gider, onları dinler ve Yunanların savaşa devam edip etmeyeceğini öğrenmeye çalışırım,” dedi. Dünyadaki en iyi atların ona verileceğine dair ant içilince Dolon yayını aldı, gri kurt postunu omuzlarına attı ve Yunan gemilerine doğru koştu.

Dolon’un gelişini gören Ulysses, Diomede’ye dönüp “Geçmesine izin ver, sonra da oklarınla onu gemilere doğru sürer Truva’dan atarsın,” dedi. Böylece Ulysses ve Diomede savaşta ölen askerlerin arasına uzandı, Dolon da onları geçip Yunan askerlerine doğru koşmaya devam etti. Ardından ikisi ayaklandı ve iki tazı bir yabantavşanını kovalarken onlar da Dolon’u izledi. Dolon gözcülerin yanına gelmişti ki Diomede haykırdı: “Olduğun yerde kal, yoksa ok fırlatacağım!” dedi ve Dolon’un omzunun tam üzerine bir ok fırlattı. Dolon hareketsiz kaldı, korkudan beti benzi atmıştı, dişleri birbirine çarpıyordu. İkisi yaklaştığında Dolon ağlıyordu. Babasının zengin olduğundan ve fidye karşılığında onlara altın, bronz ve demir ödeyebileceğinden söz etti.

“Kendine gel ve ölümü aklından çıkar da neden buraya geldiğini söyle bize,” dedi Ulysses. Dolon Yunanları gizlice dinlemesi karşılığında Hektor’un ona Akhilleus’un atlarını vaat ettiğini söyledi. Ulysses “Ne büyük beklentilerin varmış,” dedi. “Akhilleus’un atları dünyadan değil, daha kutsal bir yerden geliyor. Onlar tanrının hediyesidir. Sadece Akhilleus onlara binebilir. Şimdi söyle bana, Truvalı askerler bizi gözetliyor mu ve Hektor atlarına binip nereye gitti?” Ulysses’e göre Hektor’un atlarıyla uzaklaşması büyük bir tehlikenin habercisiydi.

“Hektor komutanlarla birlikte; Ilus’un mezarında meclis toplandı,” dedi Dolon, “Ancak düzgün bir güvenlik önlemi alınmadı. Truvalı halk ise işaret ateşi etrafında bekliyor, çünkü eşlerinin ve çocuklarının güvenliğini düşünmek zorundalar.” Sonra da Priam için savaşan farklı halkların nerede olduklarını söyledi ve “At çalacaksanız en iyileri Trakların Kralı Rhesus’undur. Bu gecelik bize katıldılar. O ve adamları en arka sırada uyur, atları şimdiye kadar gördüklerim arasında en iyisidir. Uzun, kar gibi beyaz ve rüzgâr gibi hızlı. At arabaları altın ve gümüşle işlenmiştir, atın zırhı altındandır. Şimdi beni tutsağınız olarak geminize götürün ya da bağlayıp arkanızda bırakın. Yalan söyleyip söylemediğimi göreceksiniz.”

“Olmaz,” dedi Diomede, “canını bağışlarsam gelip yine casusluk yapabilirsin.” Kılıcını çekti ve Dolon’un başını uçurdu. Kasketini, okunu ve mızrağını sonradan kolayca bulabilecekleri bir yere sakladılar ve gece boyu hiç ateş yanmayan ve hiçbir korumanın bulunmadığı Kral Rhesus’un karanlık ordugâhına doğru ilerlediler. Ardından Diomede sırayla uyumakta olan erkekleri kalbinden bıçaklıyor, Ulysses ise ölüleri ayaklarından tutup atlar korkmasın diye bir tarafa fırlatıyordu ki atların ölü askerlerden korkup kaçtığı bir durum hiçbir savaşta yaşanmamıştı. Son olarak Diomede, Kral Rhesus’u öldürdü ve Ulysses kralın atlarını serbest bırakıp at arabasından kırbacı almayı unuttuğundan onları elindeki yayla kamçıladı. Sonra Ulysses ve Diomede atların sırtına atladılar çünkü at arabasını yanlarında taşıyacak zamanları kalmamıştı. Gemilere doğru dörtnala koşturdular, Dolon’un mızrağını, okunu ve kasketini almak için durdular. Prenslere doğru ilerlediler, prensler onları içtenlikle karşıladı. Beyaz atları görünce ve Kral Rhesus’un öldüğünü duyunca hep birlikte keyif içinde güldüler. Artık Rhesus’un ordusunun dağılıp eve, Thrace’e geri döneceğini tahmin ediyorlardı. Devam eden savaşta onlardan haber alamadığımız için eve dönmüş olmalılar. Yani Ulysses ve Diomede Truvalıların binlerce askerden mahrum kalmasına neden olmuştu. Diğer prensler kafalarında güzel düşüncelerle uyumaya gittiler. Ulysses ve Diomede ise denizde yüzüp kaplıcaya gittiler, gül rengindeki şafak gökyüzünü kaplarken kahvaltı ettiler.

VI

Gemi Savaşları

Şafak sökünce Agamemnon uyandı, kalbindeki korku gitmişti. Zırhını giydi ve at arabalarının önünden yürüyecek komutanları sıraya dizdi. Komutanları ordunun mızrakçıları, okçuları ve sapancıları izleyecekti. Büyük kara bir bulut kapladı gökyüzünü ve buluttan kırmızı bir yağmur döküldü. Truvalılar bir tepede toplanmıştı. Zırhı parıldayan Hektor sağa sola, ileri geri dolanıyordu, tıpkı bulutun arkasına bir gizlenip bir ortaya çıkan yıldız gibi.

Ordular karşı karşıya geldi ve bir orağın uzun mısır tarlasını kesip geçmesi gibi askerler de birbirlerini devirdiler. En cesur Truvalı askerlerin miğferleri Yunan ordusundaki rütbelilerin ellerine geçmişti. En cesur Yunan askerlerin kılıçları da Truvalıların ellerindeydi ve aynı zamanda oklar yağmur gibi yağıyordu üzerlerine ama iki taraf da pes etmiyordu. Ancak ağaçları kesmekten yorulan oduncuların sessiz tepelerde yemek molası vermesi gibi öğle vakti Yunan askerlerin ilk sırası taarruza geçti, önlerinde Agamemnon ilerliyordu. Agamemnon iki kişiyi mızrakla vurdu, onların göğüs zırhlarını alıp at arabasına yükledi. Sonrasında Hektor’un bir kardeşini mızrakla vurup diğerini kılıcıyla yere serdi. Boşu boşuna savaş tutsağı olmayı talep eden iki kişiyi daha öldürdü. Piyade erleri başka piyade erlerini öldürdü; at arabası süren askerler de diğerlerini. Yunanlar rüzgârlı bir günde ormana düşen yangının ağaçlara sıçraması, uğuldaması ve hızla ilerlemesi misali Truvalı askerlerin arasına daldılar. Sahipsiz at arabalarını çeken atlar arazide deli gibi koşuşturuyordu. At arabalarını süren askerler ölmüştü. Devasa kanatlarını çırpan açgözlü akbabalar askerlerin üzerini sarmıştı. Agamemnon devam etti ve en gerideki Truvalıları da vahşice katletti ancak geri kalanlar geçitlere ve geçitlerin dışındaki meşe ağacına kadar çekildiler, sonra da durdular.

Hektor savaşmıyordu ama emri altındaki askerlerin düşmana karşı gelip bir sıra oluşturması ve rahatlaması için onları cesaretlendiriyordu çünkü ovanın ta karşısından Yunan duvarından geri çekilmişlerdi. Eski kral Ilus’un mezarının bulunduğu tepeyi ve incir ağacının olduğu yeri arkalarında bırakmışlardı. Truvalı askerleri yeniden harekete geçirmek için Hektor’un pek çok şeyle uğraşması gerekiyordu ve biliyordu ki askerler yeniden toparlanırsa onları hiçbir kuvvet yenemezdi. Bunun doğru olduğunu da kanıtladı. Truvalılar yeniden bir araya gelip sıraya girdi. Agamemnon Kral Rhesus’tan önce savaşmak için Truva’ya gelen Trak komutanını öldürdü. Fakat komutanın abisi mızrakla Agamemnon’u kolundan vurdu ve Agamemnon da ona karşılık verdi. Komutanın yarası çok fazla kanıyordu, dayanılmaz acılar içindeydi. Sonunda at arabasına atladı ve araba onu gemilere taşıdı.

Hektor askerlere taarruz emrini verdi. Truvalı askerlerin hattına doğru koşturdu ve ilerlerken öldürmeye de devam etti. Öldürdüğü dokuz Yunan komutanı gezinen dalgaların etkisiyle dağılan dalgalar gibi mızrakçıların üzerine düştü ve onları etrafa dağıttı.

Yunan askerler dağılmıştı artık. Ulysses ve Diomede dört Truva liderini öldürmek için merkezde durmasaydı askerler gemilere doğru sürülür ve acımadan öldürülürdü. Truvalıların tarafında savaşan Hektor onlara saldırsa da Yunanlar geri dönüp düşmanlarıyla yüz yüze gelmeyi düşündü yeniden. Fakat Diomede mızrağıyla Hektor’un miğferine doğrudan nişan aldı ve miğfere sertçe çarptı. Mızrağın ucu miğferi delip geçmese de Hektor sersemledi ve yere yığıldı. Kendine geldiğinde at arabasına bindi ve yaveri onu at arabasıyla Yunan ordusunun sol kanadında bulunan Nestor ve Idomeneus’un yanına götürdü. Sonra Diomede eski kral Ilus’un mezarının olduğu tepeciğin üstündeki sütunun yanında duran Paris’le dövüşmeyi sürdürdü ve Paris onun ayağına okunu sapladı. Ulysses yere oturan Diomede’nin yanına gelip ayağına saplanan oku çıkardı. Diomede at arabasına atladı ve onu gemilere taşıdılar.

Merkezde dövüşen Yunan komutanlardan bir tek Ulysses kalmıştı geriye. Yunanlar kaçışınca Ulysses Truvalıların oluşturduğu kalabalık içinde yalnız kalmıştı. Truvalı askerler ona doğru koşturuyordu. “Bu savaştan kaçanlar korkaktır,” dedi Ulysses kendi kendine. “Ama ben kaçmayacağım. Hepsine karşı tek dövüşeceğim.” Vücudunun ön kısmını boynunun etrafından bir kemerle tutturduğu devasa kalkanıyla kapladı. Dört Truvalıyı öldürdü, beşincisini yaraladı ama yaralanan askerin kardeşi Ulysses’in göğüs zırhına mızrağıyla hedef aldı, mızrak zırhın tam yanını sıyırarak geçti. Sonrasında Ulysses ona mızrak fırlatan Truvalıya dönüp saldırdı. Asker kaçınca Ulysses mızrağını omzunun üstünden fırlatıp askerin göğsüne sapladı ve asker oracıkta öldü. Ulysses kendisini yaralayan okun düştüğü yere doğru sürüklendi ve tam üç kez diğer Yunanlara seslendi. Menelaus ve Aias onu kurtarmaya koştu. Etrafını saran Truvalılar bir adamın vurduğu yaralı geyiğin etrafında toplaşan çakallara benziyordu. Aias koşup kendi büyük zırhıyla yaralı Ulysses’in üstünü örttü. Menelaus’un at arabasına binip gemiye doğru ilerlediler.

Bu süre zarfında savaşın sol kanadında Hektor Yunan askerlerini öldürüyordu. Paris Yunan hekim Machaon’u okuyla yere serdi ve Idomeneus, Nestor’a Machaon’u at arabasına koymasını ve kendi kulübesine götürmesini emretti. Hekimin yarası orada iyileştirilebilirdi. Tam bu sırada Hektor Aias’ın Truva askerlerini öldürdüğü hattın merkezine hızla girdi ancak Yunan komutan Eurypylus, Paris’in yayından çıkan bir okla yaralandı. Komutanın yoldaşları onu kalkanları ve mızraklarıyla korudu.

Конец ознакомительного фрагмента.

Текст предоставлен ООО «Литрес».

Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

1

Odysseus, Odisseas ya da Ulyxes olarak da bilinir. (ç.n.)

2

Yüz Yıl Savaşları’nda tanrının sesini duyduğu söylenen ve savaşın gidişatını değiştiren Fransız kadın. (ç.n.)

3

Yunanistan’ın bir diğer adı. (ç.n.)

Конец ознакомительного фрагмента
Купить и скачать всю книгу
На страницу:
3 из 3