Полная версия
Amerikan masalları
“Ah, orasını bana bırak,” diye cevap verdi büyücü. “Cam bir köpeği bile havlatamıyorsam, yazıklar olsun benim büyücülüğüme.”
“Pekâlâ, madem cam bir köpek işime yarar diyorsun, memnuniyetle yardım ederim sana. Yalnız, emeğimin karşılığını isterim.”
“Elbette,” diyerek onayladı büyücü. “Ama para dediğiniz şu berbat şeyden yok bende. Evimdeki eşyalardan alabilirsin ustalığının karşılığında.”
Cam ustası bir süre düşündü.
“Romatizmama iyi gelecek bir şey verebilir misin bana?” diye sordu.
“Tabii, veririm.”
“Anlaştık öyleyse. Hemen köpeği yapmaya başlayayım. Ne renk cam kullanmamı istersin?”
“Pembe güzel bir renk,” dedi büyücü. “Gerçi bir köpek için alışıldık bir renk değil.”
“Doğru, ama öyle istiyorsan pembe yaparım,” diye cevap verdi cam ustası.
İki komşu böylece anlaştıktan sonra, büyücü tekrar çalışmasına döndü. Cam ustası de söz verdiği cam köpeği yapmak üzere işe koyuldu.
Ertesi sabah kolunun altında cam bir köpekle büyücünün dairesine girdi ve köpeği özenle masanın üzerine koydu. Çok güzel bir pembe cam kullanmıştı. Bükülerek yapılmış camdan hoş bir kürkü vardı köpeğin, boynunda ise mavi camdan bir kurdele. Gözleri erkeklerin taktığı cam gözlerin çoğu gibi siyah birer noktaydı ve zeki bakışlıydı.
Büyücü, cam ustasının yeteneği karşısında duyduğu memnuniyeti dile getirerek ona küçük bir ilaç şişesi verdi.
“Ama bu şişe boş!” diye itiraz etti cam ustası.
“Yo, hayır. İçinde bir damla sıvı var,” diye itiraz etti büyücü.
“Tek bir damla romatizmamı geçirecek mi yani?” diye sordu cam ustası merak içinde.
“Elbette. Muhteşem bir ilaçtır bu. Şişedeki o tek damla, insanlığın bugüne dek gördüğü her türden hastalığı anında iyileştirir. Dolayısıyla, romatizmaya bilhassa iyi gelecektir. Ama iyi sakla o şişeyi, çünkü o tek damlanın dünyada eşi yok. Hem, tarifini de unuttum zaten.” “Teşekkür ederim,” dedi cam ustası ve kendi dairesine geri döndü.
Ardından büyücü, cam köpeğe bir büyü yaptı ve büyücü dilinde âlimane sözler mırıldandı. Bunun üzerine hayvancık kuyruğunu bir o yan bir bu yana salladı, sonra sol gözünü bilmiş bir edayla kırptı; son olarak da korkunç bir şekilde -elbette cam bir köpekten nasıl böyle bir ses çıkacağı düşüncesini bir kenara bırakırsak-havlamaya başladı. Büyücülerin sihirli sanatında insanı hayrete düşüren bir şey vardır; tabii, şaşırmayı hiç beklemediğiniz zamanlarda ortaya çıkar bu şaşırtıcı özellik.
Büyücü, yaptığı sihrin tesiri karşısında tıpkı bir ilkokul öğretmeni gibi sevinmişti ama şaşırmamıştı. Hemen köpeği kapının dışına koydu. Böylece hayvan, kapıyı çalıp efendisinin çalışmalarını bölmeye cüret edenlere havlayarak hepsini uzaklaştıracaktı.
Dairesine dönen cam ustası, büyücünün verdiği tek damlayı hemen kullanmamaya karar verdi.
“Romatizmam bugün daha iyi,” diye düşündü. “Çok hasta olduğumda bu ilaç daha fazla işime yarayacaktır. Şimdilik kullanmasam iyi olur.”
Bunun üzerine ilaç şişesini dolabına koyup camdan güller yapmaya devam etti. O sırada ilacın bozulabileceği geldi aklına ve büyücüye bunu sormak için ayağa kalktı. Ama kapıya vardığında cam köpek öyle şiddetle havlamaya başladı ki kapıyı çalmaya cesaret edemedi ve kendi evine koşturdu. Zavallı adam, kendi elleriyle ve özenle yaptığı köpekten böyle nahoş bir karşılama gördüğüne pek üzülmüştü.
Ertesi sabah gazetesini okurken, şehirdeki en zengin genç hanımlardan Bayan Mydas’ın çok hasta olduğunu; doktorların, genç kadının iyileşmesinden umudu kestiğini öğrendi.
Sefalet içinde yaşasa da çok çalışkan ve sade görünüşlü cam üfleyici, parlak fikirlerin adamıydı. Hemen kıymetli ilacını alıp kendi hastalığını iyileştirmekten çok daha avantajlı bir iş için kullanmaya karar verdi. En güzel giysilerini giyip saçlarını taradı, bıyıklarını düzeltti. Sonra ellerini yıkayıp kravatını bağladı, ayakkabılarını boyadı, yeleğini süngerle temizledi ve her derde deva sihirli ilaç damlasının bulunduğu şişeyi cebine koydu. Ardından kapıyı kilitleyip aşağı indi ve zengin Bayan Mydas’ın yaşamakta olduğu büyük malikâneye doğru yürümeye başladı.
Kapıyı açan uşak dedi ki:
“Sabun, renkli taşbasma, sebze, saç yağı, kutsal kitap istemez; kabartma tozuna da gerek yok. Genç hanımım ha öldü ha ölecek. Dolayısıyla cenaze için tamamen hazırız.”
Cam ustası, uşak tarafından dilenci sanılmasına çok üzüldü.
“Dostum,” dedi gururla, fakat uşak sözünü kesti:
“Mezar taşı da istemez. Aile mezarlığı var, oraya bir taş dikildi bile.”
“Konuşmama bir müsaade etseniz, mezarlığa da gerek kalmayacak,” dedi cam ustası.
“Hekim de istemez, efendim. Hanımımdan ümidi kestiler. E tabii, hanımım da hekimlerden umudunu kesti,” diye devam etti uşak, sakin bir şekilde.
“Hekim falan değilim ben,” diye cevap verdi cam ustası.
“Öbürleri de hekim değildi zaten. İyi ama niye geldiniz siz?”
“Sihirli bir iksir sayesinde hanımınızı iyileştirmeye geldim.”
“İçeri buyurun, lütfen. Salona oturun. Ben gidip kâhya ile konuşayım,” dedi uşak, daha kibar bir tavırla.
Sonra gidip baş kâhyayla konuştu. Baş kâhya da durumu kâhyaya anlattı. Kâhya, aşçıbaşına gitti, aşçıbaşı ise hanımın oda hizmetçisini yabancıyla görüşmeye gönderdi. İşte bu zenginler böyledir, ölürken bile törenlerle sarılıdır etrafları.
Hanımın oda hizmetçisi, cam ustasının genç kadını iyileştirecek bir ilaç getirdiğini öğrenince, “İyi ki geldiniz” dedi.
“Yalnız, bir şartım var,” dedi cam ustası. “Onu sağlığına kavuşturduğum takdirde hanımınız benimle evlenmek zorunda.”
“Kendisine sorup böyle bir şeye razı olur mu öğreneyim,” diye cevap verdi hizmetçi kız ve hemen Bayan Mydas’a sormak için yukarı çıktı.
Genç kadın bir an bile tereddüt etmedi.
“O ihtiyarla evlenmeyi ölmeye yeğlerim!” diye bağırdı. “Hemen yanıma getir onu!”
Bunun üzerine cam ustası, sihirli ilaç damlasını biraz suyla karıştırıp hastaya uzattı. İlaçlı suyu içer içmez Bayan Mydas, hiç olmadığı kadar iyi hissetti kendini.
“Aman Tanrım!” diye bağırdı, “Bu gece Fritterların davetine katılacaktım. Marie, incili ipek elbisemi getir! Hemen hazırlanmam lazım. Cenaze çiçekleriyle yas elbisenin siparişini de iptal ettirmeyi unutma.”
“Ama Bayan Mydas,” diye itiraz etti cam ustası, genç kadının hemen yanı başında durmaktaydı. “Sizi iyileştirirsem benimle evleneceğinize söz vermiştiniz.”
“Biliyorum,” dedi genç kadın. “Ama cemiyet gazetelerine ilan vermemiz, düğün davetiyelerini hazırlatmamız gerek. Yarın gelin, konuşalım.”
Cam ustasını kendine layık bir damat adayı olarak göremeyen Bayan Mydas, bu bahaneyle ondan bir süreliğine kurtulmuş olmaktan memnundu. Hem Fritterların davetini de kaçırmak istemiyordu.
Yine de cam ustası neşe içinde gitmişti evine, zira planının işe yaradığını ve ölene kadar onu lüks içinde yaşatacak zengin bir kadınla evlenmek üzere olduğunu sanıyordu.
Sonra oturup karısının parasını nasıl harcayacağını düşünmeye başladı.
Ertesi gün Bayan Mydas’ın evine gitti. Genç kadın o sırada bir roman okumakta ve sanki ömründe hiç hastalanmamış gibi mutluluk içinde çikolata yemekteydi.
“Beni iyileştiren sihirli iksiri nereden buldunuz?” diye sordu.
“Bilge bir büyücüden,” dedi adam. Sonra ilgisini çekeceğini düşünerek büyücüye bir cam köpek yaptığını, köpeğin sahibini rahatsız eden herkese havladığını anlattı.
“Ah, ne güzel!” dedi kadın. “Ben de hep havlayabilen bir cam köpek istemişimdir.”
“Dünyada böyle bir tek köpek var, o da büyücüye ait,” diye cevap verdi adam.
“Benim adıma satın alın o köpeği,” dedi genç kadın.
“Ama büyücünün umrunda değildir para pul,” diye açıkladı cam ustası.
“O hâlde çalmalısınız o köpeği,” dedi genç kadın sert bir tavırla. “Havlayabilen cam bir köpeğim olmazsa, tek bir gün bile mutlu yaşamam mümkün değil.”
Cam ustasının canı çok sıkılmıştı bu işe ama elinden geleni yapacağını söyledi. Nitekim bir erkek daima karısını memnun etmeye çalışmalıdır. Hem, Bayan Mydas bir hafta içinde onunla evleneceğine söz vermişti.
Eve giderken büyük bir çuval aldı. Büyücünün kapısından geçtiği sırada köpek havlamak üzere dışarı çıkar çıkmaz çuvalı köpeğin üzerine attı, sonra ağzını kalın bir iple bağlayıp kendi odasına götürdü.
Ertesi gün bir haberciyle çuvalı Bayan Mydas’a gönderdi, iltifatlarını da iletmesini istedi haberciden. Aynı gün öğleden sonra bizzat gitti genç kadının evine. O kadar çok istediği köpeği çalmayı başardığı için Bayan Mydas tarafından minnettarlıkla karşılanacağından emindi.
Ama uşak, kapıyı açtığında cam köpeğin hışımla fırlayıp öfkeyle ona havlamasına şaştı kaldı.
“Köpeği uzaklaştırın,” diye bağırdı korku içinde.
“Yapamam, efendim,” diye cevap verdi uşak. “Hanımım, siz her geldiğinizde havlamayı emretti köpeğe. Dikkat etseniz iyi olur efendim,” diye ekledi, “çünkü sizi ısırırsa, cam fobisi kapabilirsiniz!”
Bu sözler cam ustasını öyle korkuttu ki ardına bakmadan kaçtı. Ama yol üzerinde bir eczaneye girip cebindeki son kuruşu telefonu kullanmak için harcadı. Köpek tarafından ısırılmadan Bayan Mydas’la konuşmak istiyordu.
“Pelf 6742’yi bağlayın lütfen!” dedi.
“Alo! Ne istemiştiniz?” diye sordu karşıdaki ses.
“Bayan Mydas’la konuşmak istemiştim,” dedi cam ustası.
Bunun üzerine tatlı bir ses cevap verdi: “Ben Bayan Mydas, niçin aramıştınız?”
“Neden öyle zalimce davrandınız bana, neden cam köpeği üzerime saldınız?” diye sordu zavallı adam.
“Doğruyu söylemek gerekirse,” dedi kadın, “dış görünüşünüz hiç hoşuma gitmedi. Yanaklarınız solgun ve sarkık, gereğinden uzun saçlarınız keçe gibi, gözleriniz ise küçücük ve kıpkırmızı. Kocaman kaba elleriniz var. Üstelik çarpık bacaklısınız.”
“Ama bunları değiştirmek gelmez ki elimden!” diye yakındı cam ustası. “Hem, benimle evleneceğinize söz vermiştiniz.”
“Birazcık yakışıklı olsaydınız, sözümü tutardım,” diye cevap verdi kadın. “Fakat bu koşullar altında bana uygun bir eş olamazsınız. Malikâneme yaklaşmaya kalkarsanız, köpeği üzerinize salıveririm, bilmiş olun!” Bu sözleri söyleyip telefonu kapattı, söyleyeceği başka bir şey kalmamıştı.
Sefil hâldeki cam ustası evine döndü. Yüreği, hayal kırıklığıyla dolmuştu. Odasına girip yatağının kenarındaki demire bir ip bağlamaya başladı. Kendini asmaktı niyeti.
O sırada kapı çaldı. Büyücü gelmişti.
“Köpeğimi kaybettim,” dedi.
“Gerçekten mi?” diye cevap verdi cam ustası ipe düğüm atarken.
“Evet. Biri çaldı köpeğimi.”
“Çok kötü olmuş,” dedi cam ustası umursamadan.
“Bana yeni bir köpek yapman gerek,” dedi büyücü.
“Yapamam. Bütün aletlerimi attım.”
“Ne yapacağım o zaman?” diye sordu büyücü.
“Bilmiyorum. Belki köpeği bulana ödül verebilirsin.”
“Ama hiç param yok ki!”
“O zaman iksirlerinden birini ver,” diye öneride bulundu cam ustası, kafasını sokacağı bir ilmek atmakla meşguldü.
“Verebileceğim tek şey,” diye cevap verdi büyücü, düşünceli bir şekilde, “bir güzellik tozu.”
“Ne!” diye feryat kopardı cam ustası, ipi yere atarak. “Elinde öyle bir şey var mı gerçekten?”
“Var, tabii. Tozdan biraz yutan, anında dünyanın en güzel insanı olur.”
“Eğer böyle bir ödül sunacaksan, senin için köpeğini bulurum. Çünkü şu hayatta en çok istediğim şey yakışıklı olmaktır.”
“Ama seni uyarayım, bu güzellik sadece dışını kapsayacak,” dedi büyücü.
“Olsun,” diye cevap verdi cam ustası. “Toprak olduğumda güzel olup olmamam umrumda olmayacak nasılsa.”
“Madem öyle, köpeğimi nerede bulacağımı söylersen sihirli toz senin olur,” diye söz verdi büyücü.
Bunun üzerine cam ustası dışarı çıkıp köpeği aramış gibi yaptı. Biraz zaman geçtikten sonra geri geldi:
“Köpeğinin nerede olduğunu buldum. Bayan Mydas’ın malikânesinde görebilirsin onu.”
Büyücü hemen Bayan Mydas’ın evine doğru yola çıktı. Cam köpek hemen dışarı fırlayıp havlamaya başladı. Bunun üzerine büyücü ellerini açıp bir büyü yaptı ve köpeği uyuttu. Sonra hayvanı kaldırıp eve götürdü.
Ardından ödül olarak güzellik tozunu cam ustasına verdi. Adamcağız tozu yutar yutmaz dünyanın en yakışıklı adamına dönüştü.
Tekrar Bayan Mydas’ın evine gittiğinde havlayan köpek yoktu artık. Genç kadın, cam ustasının güzelliğini görünce hemen âşık oldu.
“Ne olurdu bir kont ya da prens olsaydınız,” diye iç geçirdi. “O zaman hemen evlenirdim sizinle.”
“Prensim zaten,” diye cevap verdi adam, “Cam Köpek Ustalarının Prensi’yim.”
“Ah!” dedi kadın, “Öyleyse, ayda dört dolar almayı kabul ederseniz düğün davetiyelerini hemen yaptırırım.”
Adam tereddüt etti ama yatağının kenarında asılı ipi hatırlayınca, bütün şartları kabul etti.
Böylece evlendiler. Kocasının güzelliğini çok kıskanan gelin, ona hayatı zindan etti, bir köpekten farksız yaşattı. Adam da bir sürü borca harca girip karısının canını yaktı.
Cam köpeğe gelince, büyücünün sihir marifeti sayesinde yine havlamaya başlayıp kapı önünde bekçilik etti. Sanırım hâlen oradadır.
Quok Kraliçesi
Evvel zaman içinde bir kral vardı. Ama günleri sayılı her fani gibi, bu kral da vakti gelince öldü.
Tüm ömrünü müsriflikle geçiren bu kral, tam da zamanında göçmüştü bu dünyadan. Tebaası, onun yokluğuna pek kolay alışacaktı doğrusu.
Babasından ağzına kadar para ve mücevher dolu bir hazine kalmıştı. Oysa aptal kral, bütün ömrünü sefahatle geçirerek bu mirasın her kuruşunu sağa sola savurup servetini tüketmişti. Sonra da halkını, yoksulluğa sürükleme pahasına ağır vergilere bağladı ama onlardan aldığı paraları da aynı müsriflikle yiyip bitirdi. Ardından da saraydaki bütün eski mobilyaları satmak zorunda kaldı, gümüş ve altınlarla bibloları elden çıkardı. Kıymetli halıları, dekorları ve hatta kendi gardırobunu bile sattı. Yırtık giysisini örten, kirli ve güvelerin yediği benekli kürkten başka bir şey kalmadı üstünde. Sattığı bütün bu eşyalar karşılığında aldığı parayı da har vurup harman savurdu.
Ömrünü sefahatle geçirmek nedir diye sormayın hiç. Tek bildiğim şey, bunun elinizdeki paradan kurtulmanın harika bir yolu olduğu. İşte bizim müsrif kral da böyle yapmıştı.
Sonra kraliyet tacındaki muhteşem mücevherler ve asasının tepesindeki küreyi koparıp sattı, aldığı parayı hemen harcadı. Sefahat sürmek böyleydi işte. Ama nihayetinde bütün kaynaklarını tüketmişti. Tacını satamazdı çünkü kraldan başkasının taç takmaya hakkı yoktu. Sarayını da satması mümkün değildi çünkü orada ancak ve ancak kral yaşayabilirdi.
Bu yüzden son çare olarak boş bir sarayla yetinmeye karar verdi. Maun karyolasıyla güvelerin yediği benekli kürkünü ve ayakkabılarını çıkarmak için oturduğu küçük sandalye dışında eşya kalmadı koca sarayda.
İçine düştüğü bu sıkıntı yüzünden, ufak tefek ihtiyaçları için bile vezirinden borç istemek zorunda kalıyordu zaman zaman. Ama vezirin de fazla parası yoktu. Kralına böyle akılsızca danışmanlık yapmış biri, muhtemelen kendi geleceğini de mahvedecekti.
İşte böyle bir hayat sürmüş ve artık uğruna yaşayacağı hiçbir şey kalmamış olan kral aniden ölüverdi. Parçalanmış krallığını, güvelerin yediği kürkünü ve çıplak tacını on yaşındaki oğluna bıraktı.
Krallık sırası ona gelene kadar hiç umursanmamış olan çocuğa kimsenin imrendiği yoktu. Ancak kral olunca önemli biri olarak kabul gördü. Ardından siyasetçiler ve dalkavuklar, genç prens için ne yapabileceklerini tartışmak üzere vezirin önderliğinde toplandılar.
Parası dayandığı müddetçe eski kralın sefa içinde yaşamasına yardım etmişlerdi ama artık yoksullaşmışlardı ve çalışmayı gururlarına yediremiyorlardı. Bu yüzden küçük kralın hazinesine para getirecek bir plan düşünmeye çalıştılar. Böylece eski tas eski hamam yaşayıp keyiflerine bakabileceklerdi.
Toplantı sona erince Vezir, bahçede topaç oynayan genç kralın yanına gelip dedi ki:
“Majesteleri, krallığınızı eski güç ve ihtişamına kavuşturmanın bir yolunu düşündük.”
“Pekâlâ,” diye cevap verdi Majesteleri, umursamaz bir tavırla. “Nasıl yapacaksınız bunu?”
“Sizi varlıklı bir hanımla evlendirerek,” diye cevap verdi Vezir.
“Beni evlendirerek mi!” diye bağırdı Kral. “Ben daha on yaşındayım!”
“Biliyorum. Çok üzücü bir durum bu. Ama Majesteleri, büyüyeceksiniz ve krallığımızın geleceği için bir eş gerekiyor size.”
“Bir anneyle evlenemez miyim?” diye sordu zavallı küçük Kral, bebekken kaybetmişti annesini.
“Asla olmaz,” dedi Vezir. “Bir anneyle evlenmek, kanundışıdır. Uygun olan şey, bir karınızın olmasıdır.”
“Peki, sen kendin evlensen onunla, olmaz mı?” diye sordu Majesteleri topacını Vezir’in ayaklarına atmaya hazırlanarak. Topacın hedefi olmaktan kurtulmak için zıplayıp kaçacak mı diye Vezir’in tepkisini beklerken hınzırca gülmekten kendini alamıyordu.
“Açıklamama izin verin,” dedi Vezir. “Meteliğe kurşun atıyorsunuz ama bir krallığınız var. Kral bir çocuk bile olsa sırf kraliçe tacını giyebilmek için servetini vermeye hazır pek çok zengin kadın var. Bu yüzden en yüksek parayı öneren hanımı, Quok Kraliçesi yapmaya karar verdik.”
“İlla ki evleneceksem,” dedi Kral bir süre düşündükten sonra, “Zırh ustasının kızı Nyana ile evlenmek isterim.”
“Ama o kız çok fakir,” diye cevap verdi Vezir.
“Dişleri inci, gözleri zümrüt, saçları sırma,” dedi küçük Kral.
“Doğru diyorsunuz, Majesteleri. Ama karınızın serveti lazım bize, unutmayın. İnci dişlerini söküp zümrüt gözlerini çıkardıktan, o sırma saçlarını kazıdıktan sonra Nyana’nın gücü size bakmaya yetecek mi bir düşünün!”
Çocuğun tüyleri ürperdi.
“Nasıl istiyorsan öyle olsun,” dedi çaresizce. “Yalnız bulduğunuz kız çok zarif ve iyi bir oyun arkadaşı olsun.”
“Elimizden geleni yaparız,” diye cevap verdi Vezir. Sonra Quok’un küçük kralının bir eş aradığı haberini bütün komşu krallıklara yaymak için gitti.
Küçük kralla evlenmek için o kadar çok kişi başvurmuştu ki çocuğu açık artırmaya çıkarmaya karar verdiler. En fazla parayı kim verirse, kraliçe o olacaktı. Belirlenen günde bütün çevre krallıklardan, Bilkon’dan, Mulgrvia’dan, Junkum ve hatta Macvelt Cumhuriyeti’nden hanımlar gelip sarayda toplandılar.
Vezir sabah erkenden saraya geldi, Kral’ın yüzünü yıkatıp saçlarını tarattı. Sonra tacın içine eski gazete kâğıtlarından doldurup Majesteleri’nin küçücük başına uyacak hâle getirdi. Pek sefil bir taçtı bu, bir zamanlar mücevherlerin süslediği kısımlarında irili ufaklı delikler vardı, oraya buraya atıldığından iyice eskiyip yıpranmıştı. Ama Vezir’in dediği gibi kral tacıydı bu ve açık artırmaya çıkarıldığı bu özel günde küçük Kral’ın tacını takması gerekiyordu.
İster kral isterse fakir çocuğu olsun bütün yaşıtları gibi Majesteleri de üzerindeki kıyafetleri yırtıp parçalamıştı. Dolayısıyla, o şekilde taliplerinin karşısına çıkamazdı ama yenisini alacak tek kuruş yoktu. Bu nedenle vezir, küçük kralı babasının eski benekli kürküne sarıp bomboş salonun ortasındaki sandalyeye oturttu.
Etrafı saray eşrafı, siyasetçiler ve dalkavuklarla doluydu. Bunların hepsi de çalışmayı gururuna yediremeyen ya da tembelliğinden çalışmayan insanlardı. Sayıları da bir hayli fazlaydı ve tahmin edebileceğiniz gibi heybetli bir görüntü oluşturmuşlardı.
Sonra salon kapıları açıldı ve Quok Kraliçesi olmaya can atan zengin kadınlar içeri akın ettiler. Kral, endişeyle onları izledi. Küçük Kral’a göre bu kadınların hepsi büyükannesi olacak kadar yaşlı ve krallık tarlalarına korkuluk olup kargaları kaçıracak kadar da çirkindi. Bunun üzerine bütün hevesi kaçtı.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
1
Japonlar kendi ülkelerini Nippon diye adlandırırlar ve sözcüğün anlamı “Güneşin Doğduğu Ülke”dir.
2
20. yüzyılın başlarında ABD ve Birleşik Krallık’ta kadınların seçme ve seçilme hakları için çeşitli eylemler yapan kadın hakları savunucuları.
3
Mamut Mağarası Ulusal Parkı (Mammoth Cave): ABD’nin Kentucky eyaletinde koruma altındaki mağara sistemi. (ç.n.)