Полная версия
Kızılderili masalları
Kır Kurdu bu başarısı nedeniyle iyice kibirlendi ve Cahrocların gösterdiği nezaket ve iyilikle tatmin olmadı.
Göklerde dans etmek istiyordu. Kendine partner olarak parlak mavi bir yıldız seçti ve her gece birlikte dans etmek için onu yanına çağırdı. Sonunda yıldız, Kır Kurdu’nun kükremelerinden bıktı. Bir gece ona yamacın en yüksek noktasına gitmesini söyledi, kendisi de yanına inecek ve birlikte dans edeceklerdi.
Kır Kurdu bir süre epey eğlendi ama yıldız onu yükseğe kaldırdıkça üşümeye başladı. Öyle ki patileri uyuştu ve nihayet partnerinin elinden kayıp dünyanın kıyısında, yerle gök arasındaki büyük yarığa düştü. Her bir zerresi gözden kaybolana dek aşağı yuvarlandı, çünkü kır kurtlarının yıldızlarla dans etmesine izin verilemezdi.
Deli Buffalo’nun Gök Gürültüsü Kuşuyla Dövüşmesi
Çok ama çok uzun zaman önce Büyük Deniz’in etrafındaki bütün topraklar Kızılderililere aitti. Büyük Ruh, Kızıl Taş Ocağı’nda barış çubuğunu tüttürmüş ve tüm ulusları yanına çağırmıştı. Onun emri üzerine yüzlerindeki savaş boyalarını temizleyip sopa ve baltalarını gömdüler ve Büyük Ruh’un yaptığı tarzda kırmızı kum taşından pipolar yaptılar kendilerine. Onlar da barış çubuğu tüttürdüler. Böylece uluslar artık savaşmayı bırakmıştı ve her biri kendi nehir kıyısında yaşayıp geyik, kunduz, ayı veya bizon avlıyordu.
O mutlu günlerde, avcı yıldızının hemen altındaki Büyük Deniz’in kıyısında bütün ulusunun güvendiği bir Kızılderili yaşardı. Cesaret, bilgelik ve tedbirlilikte onun eline su dökebilecek kimse yoktu. Çocukluğundan beri ona büyük işler başaracak biri olarak bakılıyordu.
Bozayı ve kuvvetli buffaloyu dize getirmişti. Bir keresinde öyle güçlü bir buffalo yakalamıştı ki on iki okla bile hayvanı öldürememişlerdi. İşte o zamandan beri Deli Buffalo olarak tanınıyordu.
Bir defasında insanlara ilaç lazım oldu, onları iyileştirebilecek tek şey sihirli boynuzdu. İşte o zaman Deli Buffalo, Çiçek Dolunayı5’nda yola çıkıp, sihir değil akıl marifetiyle Büyük Boynuzlu Yılan’ın kafasından boynuzlarını kesip getirdi. Bu başarısı nedeniyle halkının büyük sevgisini kazandı, kabilenin en yaşlı ve bilge kimseleriyle bir araya gelip karşılıklı oturdular.
O günlerde en büyük sorunları gizemli Gök Gürültüsü Kuşu’ydu. Sık sık göklerde uçarken görülürdü. Ona hırpani bir görünüm veren kapkara kanatları vardı ve bu kanatlar geçtiği her yeri karanlığa gömüyordu. Ayışığıyla aydınlanan gecelerde kuşun kimseye zararı yoktu, fakat gündüz vakti ya da Ay Prensesi, ağabeyi Güneş Prensi’ni görmek üzere yola çıktığı ve parlak evinin, o güzel kızıl ışığının ardına saklandığı zamanlarda Gök Gürültüsü Kuşu, gölgesi altına düşmüş herkese fenalık ederdi.
Yuvasını herkes çok merak ediyordu ama hiç kimse onu takip etmeye cesaret edemiyordu. Hiçbir avcı bu kuşun saklanıyor olabileceği bir yer keşfedememişti. Kimi bir ağaç oyuğunda yaşadığını, kimi ise yuvasının kumtaşı mağaralarında olduğunu düşünüyordu ama yuvasını gören yoktu.
Bir kış günü, Deli Buffalo ailesine yiyecek aramak için yola çıktı. Büyük Deniz’in ötesinde, nehrin yukarısındaki kuzgunların evine yolculuk etmesi gerekiyordu. Şişmanca bir kuzgun yakalayıp omzuna attı ve dolunay, ağaç tepelerinin arasından yüzünü gösterdiği esnada evinin yolunu tuttu.
Gölü geçtiği, çadırı görüş açısına girdiği anda büyük bir gölge yanından geçerek etrafı karanlığa boğdu. Gölge kaybolunca Deli Buffalo, etrafına bakıp bu duruma neyin neden olduğunu anlamaya çalıştı. Gökyüzü açıktı, ay o kadar parlaktı ki onun yanında avcı yıldızı pek görünmüyordu. Deli Buffalo çevresindeki nesneleri sanki gündüzmüş gibi açık seçik görebiliyordu.
İlk başta hiçbir şey göremedi çünkü Gök Gürültüsü Kuşu hemen başının üzerindeydi. Ancak kuş, başının üzerinde daire çizmeye başlayınca onu görebildi. Gök Gürültüsü Kuşu aşağı doğru hızla hareket etti, genç adamın üzerine atılarak onu, avladığı kuzgunla beraber havaya kaldırdı.
Ayakları yerden kesilip gökyüzüne çıkana dek yavaş yavaş yükseldiğini hissetti ama o kadar da yükselmemişti, çünkü köyünü hâlâ görebiliyordu. Hatta kendi çadırını ve kapı eşiğindeki çocuklarını bile seçebiliyordu. Çocuklar, babalarını görünce çok korkmuşlardı. Anneleri bile onları yatıştıramadı, çünkü Gök Gürültüsü Kuşu hakkında anlatılan korkunç hikâyelerin hepsini ezbere biliyorlardı. Sık sık tırmandıkları güzel huş ağacının kökünden sökülüp cansız bir halde ormanın karanlığına gömüldüğüne bizzat şahit olmuşlardı. Savaşçıların etrafında toplandığı meşe ağacı da bu korkunç yaratık tarafından parçalanmıştı. Büyük Deniz’in üzerinde yol almak için kullandıkları kanonun yapımında, dallarını kullandıkları sarı sedir ağacı, Gök Gürültüsü Kuşu tarafından ateşe verilmişti.
Deli Buffalo, cesaretini koruyordu. Mızrağını sıkıca tutup canavarla dövüşme ânının gelmesini beklemeye başladı. Hızla kuzeye ilerlediler, Büyük Deniz’i aşıp daha da yükseldiler.
Nihayet tek bir ağacın bile yetişmediği büyük bir dağa ulaştılar. Dağın tepesi çıplak ve engebeliydi ama sağlam bir kayalıktı. Kenarları ise yer yer kaba çim tutamları ve birkaç bodur karaçalıyla kaplı yumru taşlardan ibaretti. Gök Gürültüsü Kuşu’nun yuvası, suyun üzerine sarkan yüksek bir kaya yarığındaydı. Yuvası insan kemiklerinden yapılmıştı. Kafatasları ve onların yaşarken kafalarına taktıkları tüylerle süslenmişti.
Yine de Deli Buffalo hiç korkmuyordu. Kuş yuvasına yaklaşınca ötüp mırıldanmaya başladı. Sesi, kulakları sağır edercesine yankılandı durdu. Daha da kötüsü hayvan, Deli Buffalo’yu kayalara doğru fırlatıp kanatlarıyla iterek kayalıklara doğru sürmeye çalıştı. Hayvanın kanatları genç adamın canını fena acıtıyor, sanki kızgın kömür parçalarına dokunuyormuş gibi tenini yakıyordu.
Deli Buffalo, kendini var gücüyle çekip mızrağını dengeleyerek yara almadan kaçmayı başardı. Sonunda güçlü bir darbeyle kuş, genç adamı yuvasına sokmayı başardı. Ardından kanatlanıp gözden kayboldu.
Deli Buffalo sarsılmıştı ama yalnızca bir an sürdü bu hali. Kendine gelince Gök Gürültüsü Kuşu’nun çatırtılı sesini duydu. O an, vahşi ve aç gök gürültüsü yavrularının merhametine bırakıldığını anladı. Muhtemelen onlara yiyecek olarak getirilmişti. Yavrular hemen adamın başını gagalamaya başladılar. Yaşlı kuş gibi ötüyorlardı ama onun kadar yüksek sesli değillerdi. Gerçi sayıca fazla olduklarından çıkardıkları sesler daha ürkütücüydü.
Bunların henüz yavru olduğunu gören Deli Buffalo, güçsüz olduklarını düşündü ve yaşlı kuş gözden kaybolunca yavrularla dövüşmeye kalkıştı. Gücü yettiğince yükselerek içlerinden birine mızrağıyla vurdu. Bunun üzerine bütün yavrular, Deli Buffalo’nun üstüne atlayıp kanatlarıyla ona vurmaya ve kırpıştırdıkları büyük ve kısık kan kırmızısı gözlerini ona yönelterek ellerini ve yüzünü yakan yıldırımlar fırlatmaya başladılar. Çektiği acıya rağmen genç adam yiğitçe mücadele etti. Keskin kanatlarıyla ona vurduklarında sanki zehirli bir ok onu vurmuş ya da bir yılan onu sokmuşçasına canı yanıyordu.
Birer birer güçten düşüp geri çekildiler. Deli Buffalo içlerinde en iri ve güçlü olanını kavrayıp boynunu burdu, sonra uçurumdan aşağı fırlattı. Bunu gören diğer yavrular birbirine sokulup bir daha genç adama dokunmaya cesaret edemediler.
Sonra Deli Buffalo bir başka kuş yavrusunu yakaladı, kalbini çıkarıp bedenini fırlattı. Kuşun derisini de kuruması için yuvanın kenarına bıraktı. Ardından yere oturdu, kemerinden sarkan kurt derisi piposunu doldurup tüttürdü. Dinlendiği sırada diğer kuşların da boyunlarını burdu ve hepsini Büyük Deniz’e attı. Yalnızca kalplerini ve pençelerini sakladı.
Hepsini öldürünce piposundan dört kısa nefes daha çekip dört rüzgâr krallığından yardım istedi. Sonra kurumuş olan derinin içine girdi, sakladığı pençelerle deriye iyice sarındı, gök gürültüsü yavrularının kalplerini mızrağına takıp dağ kenarı boyunca aşağı doğru yuvarlanmaya başladı.
Bir kayadan ötekine yuvarlandıkça derinin tüyleri, ateşböcekleri gibi yanıp sönüyordu. Yolu yarılayınca doğruldu, kollarındaki kanatları kaldırınca uçabildiğini fark etti. İlk başta yavaşça hareket ediyordu ama çok geçmeden harekete alıştı ve tıpkı büyük kuş gibi hızla uçmaya başladı.
Büyük Deniz’i aşıp on gün önce kuşun onu kaçırdığı yere kadar ormanın üzerinde uçtu. Sonra yere konup üzerindeki kuş derisini yırttı ve evine doğru ilerledi.
Karısı ve çocukları, onu gördüklerine inanamadılar çünkü yavru gök gürültüsü kuşlarının Deli Buffalo’yu çoktan mideye indirmiş olduğunu düşünüyorlardı. Mızrağına taktığı gök gürültüsü yavrularının kalplerini bir güzel kızarttı. Çadırdan metrelerce uzaktan bile kalplerin çatırdama ve tıslama sesleri işitilebiliyordu. Yine de yumuşacık ve leziz bir etti.
Yaşlı Gök Gürültüsü Kuşu, ülkenin o bölgesinde bir daha görülmedi. Rocky Dağları’ndan gelen avcıların anlattığına göre dağın tepesine kurduğu yuvada yeni yavrular yetiştirmekteydi. Bu yavrular kimi zaman yeryüzüne inip ormanları ve tahıl tarlalarını bozuyordu. Ama eskisinden daha yüksekte uçuyorlardı. Deli Buffalo’nun onlarla dövüştüğü günden beri insanların işine karışmaya cesaret edemiyorlardı. Bu yüzden, yuvalarını dağ keçisinin kemikleri ile sakalından yaptılar.
Kızılderili çocukları, ateşin çıtırdadığını duyunca bu sesin yavru gök gürültüsü kuşlarının kalplerinden çıkan sesler olduğunu söylerler. Zira tüm Kızılderili kabileleri, Deli Buffalo’nun kahramanlığından haberdardır.
Kızıl Kuğu
Büyük Şef Kızıl Şimşek, karısı ve üç çocuğuyla birlikte kabileler konseyine doğru yol almaktaydı. Toplantının yapılacağı yere yaklaştıklarında çocuklardan biri havada süzülen güzel, beyaz bir kuş gördü. Neşeyle ellerini çırparak yukarıyı gösterdi, çünkü kuş hızla yere doğru ilerlemekteydi ve geniş sırtı ile kanatlarına güneş vuruyordu.
Yüzlerine geniş bir gülümseme yayılmıştı ki kuş birden tepelerinde bitiverdi ve anneyi devirip yerin içine çekti ta ki kadın tamamen gözden kaybolana kadar. Darbenin şiddeti öyle büyüktü ki kuşun kendisi de paramparça olmuş, tüyleri etrafa yayılmıştı. Konsey için toplanmış Kızılderililer bir gayretle kuş tüylerini toplamaya koyuldu, çünkü beyaz bir kuş tüyü kolay ele geçmiyordu ve savaş zamanlarında çok değerliydi.
Büyük acı içindeki Kızıl Şimşek, olduğu yerde dondu kaldı. Çocuklarını da yanına alıp ormanın içinde gözden kayboldu. Bir daha da kimselere görünmedi. Kendine küçük bir ev yaptı ve evin eşiğinden dışarı asla adım atmadı. Kış mevsimi, ak saçlarını savurup her yanı karla kapladığında, Kızıl Şimşek nereden geldiği bilinmeyen bir okla vurulup öldü.
Bunun üzerine üç küçük erkek çocuğu yalnız kalmıştı. En büyük oğlan bile henüz eve yiyecek getirecek kadar güçlü kuvvetli değildi. Tek yapabildikleri şey, tavşanları kapana kıstırıp yakalamaktı. Hayvanlar onların haline üzülüyordu. Bu yüzden işe el koydular. Sincaplar, kapı eşiğine fındık fıstık bırakıyor ve büyük bir bozayı da geceleri başlarında nöbet tutup onları koruyordu. Anne babalarını hatırlayamayacak kadar küçüktüler ama cesur çocuklardı. Avlanmayı ve balık tutmayı öğrenmek için ellerinden geleni yapıyorlardı. En büyükleri, çok geçmeden yetenekli bir avcı oldu ve kardeşlerine bildiği her şeyi öğretti.
Kendi başlarının çaresine bakacak yaşa geldiklerinde ağabeyleri, yanlarından ayrılmaya karar verdi. Uzaklara gidip dünyayı görecek, başka evler bulacak ve hepsi için birer eş getirecekti. Kardeşleri buna razı gelmedi, yabancılar olmadan bunca zaman güzelce yaşayıp gittiklerini, bundan sonra da böyle yaşamaya devam edebileceklerini söylediler. Bunun üzerine birlikte yaşamaya devam ettiler, hiç kimse uzaklara gitmekten söz etmedi bir daha.
Bir gün, okları için yeni kılıflar yapmak istediler. Kardeşlerden biri samur kürkü kullandı, diğeri koyun derisinden kılıf yaptı. Üçüncüsü ise kurt derisi kullandı. Sonra yeni oklar yapmanın iyi olacağını düşündüler. Pek çok ok yaptılar. Bunlardan bir kısmı meşe ağacındandı; ayrıca bir erkek geyiğin uyluk kemiğini de kullanmışlardı ama çok değerli ve nadir olan bu malzemeden az sayıda ok yapabilmişlerdi. Çakıl ve kumtaşlarına şekil vermek epey vakitlerini aldı ama nihayet işlerini bitirdiler. Artık büyük bir ava hazırdılar. Kimin avda birinci olacağına dair iddiaya tutuştular. Her biri, avlamaya alışık olduğu hayvanı öldüreceğine ve kardeşlerine ait olana el uzatmayacağına söz verdi.
En küçükleri olan Derin Ses çok uzaklaşmamıştı ki siyah bir ayı çıktı karşısına. Kardeşler arasında yapılan anlaşmaya göre bu hayvanı öldüremezdi. Fakat ayı iyice yakınına gelmişti. Öyle ki nişan almaktan geri duramadı. Ayı, delikanlının ayakları dibine yığılıverdi. Vicdanındaki rahatsızlık artık yok olmuştu. Bu yüzden, hayvanın derisini yüzmeye koyuldu.
Çok geçmeden gözleri bulanık görmeye başladı, kanlı elleriyle gözlerini ovuşturdu. Başını kaldırdığında her şey kıpkırmızı görünüyordu. Su kenarına gidip ellerini ve yüzünü yıkadı ama o kırmızı toz bulutu gözünün önünden gitmiyordu. Ağaçlar, toprak ve hatta siyah ayının derisi bile kırmızıya bulanmıştı. Tuhaf bir ses işitince hayvanı yarısı yüzülmüş halde bırakıp sesin geldiği yere doğru gitti.
Sesi takip ederek büyük bir gölün kıyısına ulaştı. Burada çok güzel bir kuğu yüzmekteydi. Güneşte ışıldayan parlak kırmızı kanatları, daha önce gördüğü kuğularınkine hiç benzemiyordu.
Oklarından birini çekip kuşa fılattı ama ok, hedefine ulaşamadan yere düştü. Delikanlı, tekrar tekrar nişan aldı ta ki ok kılıfı boş kalana dek. Kuğu, uzun boynunu suya sokup çıkarmaya devam ediyor, avcının varlığından habersiz gözüküyordu.
Sonra babasına ait üç sihirli okun evde olduğunu hatırladı. Başka bir zaman olsa, bu oklara dokunmak aklından bile geçmezdi ama bu güzel kuşa sahip olmayı kafasına koymuştu. Hemen eve koşturdu, okları getirip nişan aldı. İlk ok, kuşun çok yakınından geçti ama ona isabet etmedi. İkinci ok da hayvana ulaşamadan suya düştü. Üçüncü ok, kuğuyu tam boynundan vurdu ama kuğu, hemen ayaklanıp batmakta olan güneşe doğru uçtu.
Derin Ses hayal kırıklığına uğramıştı. Okları kaybettiği için ağabeylerinin ona çok kızacağını bildiğinden hemen suya dalıp ilk iki oku buldu ama üçüncü oku, Kızıl Kuğu yanında götürmüştü.
Derin Ses, kuğunun yaralı olduğunu ve uzaklara uçamayacağını düşündü. Bu nedenle, sihirli okları kılıfına koyup kuşa yetişmek için koşturdu. Dere tepe düz gitti, ormanları aştı ve nihayet akşam olup hava kararınca kuğuyu artık göremez oldu.
Ormandan çıktığı sırada uzaktan gelen sesler işitti ve yakınlarda insanlar olduğunu anladı. Etrafına bakınca uzak bir tepede kurulu büyük bir kasaba olduğunu gördü. Bekçi olan yaşlı bir baykuşun şöyle seslendiğini duydu: “Ziyaretçimiz var!” Buna karşılık halk yüksek sesle cevap verdi: “Merhaba!”
Derin Ses, gözcüye yaklaşıp kötü bir amaçla gelmediğini, yalnızca kalacak bir yer aradığını söyledi. Baykuş cevap vermedi ama onu Şef’in çadırına götürüp içeri girmesini söyledi.
“İçeri gelin,” dedi Şef. “Şuraya oturun,” diye ekledi genç adamı görünce.
Derin Ses’e yiyecek ikram edildi ve çok az soru soruldu.
Biraz sonra, onu yakından izlemekte olan Şef, “Kızım, damadımızın mokasenlerini al. Gerekiyorsa, tamir ediver,” dedi.
Derin Ses, böyle aniden evlendirildiğine çok şaşırmıştı ve bu kızın, ağabeylerinden birinin karısı olması gerektiğine karar vermişti. Kız pek güzel değildi; ayrıca mokasenleri asık suratlı bir şekilde alarak huysuz biri olduğunu da göstermişti. Öyle ki Derin Ses kızın arkasından koşturup mokasenleri elinden aldı ve kendisi astı.
Çok yorgun olduğu için hemen uykuya daldı. Ertesi sabah erkenden kıza, “Kızıl Kuğu nereye gitti?” diye sordu.
“Onu yakalayabileceğini mi sanıyorsun?” diye cevap verip öfkeyle yüzünü çevirdi kız.
“Evet,” dedi Derin Ses.
“Aptallık bu!” dedi kız ama delikanlı ısrar edince kapıya gidip kuğunun hangi yöne doğru uçtuğunu gösterdi.
Hava hâlâ karanlıktı ve yolun yabancısı olduğundan yavaş ilerliyordu. Gün ağarınca bütün gün var gücüyle koşturdu. Geceye doğru neredeyse tükenmişti, yakınlarda dinlenebileceği bir başka köy olduğunu görünce sevindi.
Bu köyde de gözcülük yapan bir baykuş vardı; boz renkli ve büyüktü. Delikanlıyı uzaktan görünce kamptakilere seslendi, “Guk-guk! Ziyaretçimiz var!”
Derin Ses’i Şef’in çadırına götürdüler ve tıpkı önceki gece olduğu gibi yemek ikram ettiler. Bu sefer, Şef’in kızı güzel ve nazikti.
“Bu, büyük ağabeyimin karısı olsun,” diye düşündü delikanlı, “çünkü büyük ağabeyim bana karşı hep iyi davranmıştır.”
Bütün gece mışıl mışıl uyudu. Şafak sökerken uyandı. Hiç vakit kaybetmedi. Şef’in kızı, bütün sorularına hemen cevap verdi. Kızıl Kuğu’nun önceki gün öğleden sonra oradan geçtiğini söyleyip ne tarafa gittiğini gösterdi. Çayıra giden en kısa yolu da işaret etti.
Güneş doğana kadar yavaşça ilerledi, sonra yine koşturmaya başladı. Çok hızlı koşuyordu. Hatta bir ok fırlatıp onu geçmeye çalışıyordu. Hakikaten ona göre yavaş kalan ok, arkasına düşüyordu. Daha hızlı ilerlemesine yardım ettiği için ikinci gün de bunu defalarca yaptı. Akşama doğru, yakınlarda bir kasaba göremeyince bütün gece yol alması gerekeceğini düşünerek daha yavaş yürümeye başladı.
Hava karardıktan kısa bir süre sonra ormanda küçük bir ışık çarptı gözüne. Yakınlarda küçük bir çadır olduğunu gördü. İhtiyatlı adımlarla ilerleyerek kapı eşiğinden içeri baktı. Ateş başında yaşlı bir adam oturmaktaydı, başını öne eğmişti.
Derin Ses çıt çıkarmadığı halde yaşlı adam, “İçeri gir, torunum,” diye seslendi.
Delikanlı çadıra girdi.
“Otur bakalım,” dedi yaşlı adam, kendisinin tam karşısındaki yeri işaret ederek. “Üstünü başını kurut. Yorgun olmalısın, biraz dinlen. Ben de sana yemek hazırlayayım. Suyla dolu tencerem ateşin yanında durur.”
Derin Ses ocağın her tarafına baktı ama tencere falan göremedi. Bir anda içi su dolu toprak bir tencere ortaya çıktı. Yaşlı adam bir darı tanesi ile bir çayüzümü alıp tencereye koydu ve kaynaması için ateşe yerleştirdi. Derin Ses acıkmıştı ama iyi bir akşam yemeği yiyebileceğinden şüpheliydi.
Su kaynayınca ihtiyar adam tencereyi ocaktan aldı ve delikanlıya, tencere gibi topraktan yapılmış bir tabak ve kaşık uzatarak yemekten koymasını söyledi.
Derin Ses çorbayı öyle lezzetli buldu ki tencerenin dibi görünene kadar tabağını tekrar tekrar doldurdu. Utanmıştı ama karnı hâlâ açtı.
Daha ağzını açamadan yaşlı adam, “Ye, torunum. İyice doyur karnını,” diyerek tencereyi gösterdi. Tencere bir anda yeniden dolmuştu.
Derin Ses, yine bütün çorbayı sildi süpürdü. Bu defa açlığı yatışmıştı. Sonra tencere ortadan kayboluverdi.
“Torunum,” dedi yaşlı adam Derin Ses yemeğini bitirince, “güç bir yola çıkmışsın ama başarılı olacaksın. Kararlı ol ve karşına çıkabilecek şeylere hazırlan yeter. Yarın gün batana dek yol alacaksın. Sonra büyücü dostlarımdan biriyle karşılaşacaksın. Sana yiyecek ikram edip yatacak yer verecek ve benim söylemeye izinli olduğumdan çok daha fazlasını anlatacak. Sebat et, yeter. Yarından sonraki gün, sana bilmek istediğin her şeyi ve dileğine nasıl erişeceğini söyleyecek bir kişiyle daha tanışacaksın.”
Derin Ses, beyaz ve yumuşacık buffalo kürkünde yatıp mışıl mışıl uyudu. Yaşlı adamın sözleri onu çok mutlu etmişti.
Büyücü adam akşam yemeğinde yaptığı gibi kahvaltı hazırladı. Ardından delikanlı yola çıktı. İkinci büyücü, kendisine anlatıldığı gibiydi. Yine sihirli tencerede yapılan yemekten yedi ve beyaz buffalo kürkünden yatakta uyudu.
İkinci büyücü, genç adamın başarısından o kadar emin gözükmüyordu. “Niceleri yürüdü bu yolu senden önce,” dedi, “ama hiçbiri geri dönmedi. Göreceğiz bakalım, göreceğiz.”
Bu sözler, Derin Ses’in cesaretini sınamak için söylenmişti. Delikanlı, ilk büyücünün sözlerini hatırlayıp kararlılığını korudu.
Ertesi sabah kahvaltıdan sonra hızla yol aldı, çünkü üçüncü büyücünün ona Kızıl Kuğu hakkında anlatacaklarını çok merak ediyordu. Gelgelelim, bütün gün koşmasına rağmen üçüncü eve diğerlerinde olduğu gibi çabuk varamadı.
Önceki iki gece olduğu gibi hazırlanan akşam yemeğinin ardından büyücü, “Torunum, yarın akşam Kızıl Kuğu’nun evine varacaksın. O bir kuş değil, çok güzel bir kızdır; bugüne dek yaşamış en güzel kız! Babası bir büyücüdür ve çok zengindir. Serveti çok değerlidir çünkü deniz kabuklarının6 çoğu Büyük Tuz Gölü’nden getirilmiştir. Kızı her türlü hazineden daha değerlidir onun için. Kızıl Kuğu babasını çok sever. Hayatı, onu rahat ettirmeye çalışmakla geçmektedir. Ne var ki yaşlı adamın başına bir talihsizlik geldi. Kafasına sıkıca bağladığı ve gece gündüz çıkarmadığı hazinesinin başlığını kaybetti. Sihirli bir başlığı olduğunu duyan bir Kızılderili kabilesi günlerden bir gün onu ziyaret ederek şeflerinin kızının çok hasta olduğunu ve onu iyileştirebilecek tek bir şey olduğunu söylediler: Hazinesinin sihirli başlığını görmek. Büyücü elçilerden şüphe etmedi ama kızı yanına getirmeleri için onları ikna etmeye çalıştı. Kızın yerinden kalkamadığını söylediler. Bunun üzerine yaşlı adam, içinden hiç gelmese de başlığını çıkarıp Şef’e gönderdi. Gerçekte bütün bu hasta kız hikâyesi bir uydurmaydı. Başlığı ele geçirince ihtiyar adamla dalga geçtiler. Kuşların gagalaması ve gelip geçen yabancıların alay etmesi için başlığı bir direğe taktılar. Yaşlı adam başlığı geri alacak kadar güçlü değildi ama günün birinde genç bir savaşçının ona yardım edeceği söylenmişti kendisine. Kızıl Kuğu, Düşen Yapraklar Dolunayı’nda7 bu cesur adamı aramaya gider, görevi başarırsa onun eşi olacağına dair de ant içmişti. Torunum, pek çok delikanlı Kızıl Kuğu’nun peşinden gitti ama başarısız oldu. Yine de senin daha şanslı olduğunu düşünüyorum. Kızıl Kuğu’nun çadırına gittiğinde büyücü sana her şey hakkında sorular soracak. Ona hayallerinden bahset, koruyucu ruhlarının senin için yaptıklarını anlat. O zaman senden hazinesinin başlığını geri getirmeni isteyecek, başlığı nasıl bulacağını ve onu kaçıran kötü insanları cezalandırmak için ne yapman gerektiğini söyleyecek.”
Derin Ses, böyle güzel bir kızla evlenme şansının olduğunu duyunca çok sevindi. Ertesi gün neşe içinde ormanda oradan oraya koşturdu. Başarısız olabileceği düşüncesi aklından bile geçmiyordu. Akşama doğru derin inleme sesleri duydu. Bunların Kızıl Kuğu’nun çadırından geldiğini düşündü.
Çok geçmeden güzel bir çadıra geldi. İçeri girince çadırın ortasında oturan büyücüyü gördü. Yaşlı adam, iki eliyle başını tutmuş acı içinde inliyordu.
Yaşlı adam akşam yemeğini hazırladı. Kimsenin Kızıl Kuğu’yu görmesine ve hatta çadırda olup olmadığını bilmesine bile izin verilmiyordu. Ama Derin Ses, odayı bölen bir perde olduğunu fark etti. Ayrıca perdenin arkasından kanat çırpışına benzer sesler duydu.
Heyecanlanmamış, sakin kalmayı başarmıştı. Yaşlı adamın sorularına sabırla ve dürüstlükle cevap verdi. Ona rüyalarını anlattıkça büyücü başını sallayıp “Hayır, o değil,” dedi her seferinde. Öyle ki Derin Ses, artık ona bir şey anlatamayacağını düşünmeye başlamıştı. Ne var ki Kızıl Kuğu’dan vazgeçmeye niyeti yoktu. Bu yüzden, diğerlerinden çok farklı bir rüyayı hatırladı. Hemen rüyasını anlatmaya başladı.
Delikanlı rüyasını anlatmayı daha bitirmemişti ki büyücü bir anda heyecanlanıvermişti. “İşte bu, işte bu!” diye haykırdı, “Sayende yaşayacağım! Bir delikanlının ağzından duymak istediklerim bunlardı. Şimdi gidip başlığımı getirecek misin?”
“Evet,” dedi Derin Ses, “Yarından sonraki gün, gece şahini ötünce başını evin kapısından çıkar. Elimde başlıkla geldiğimi göreceksin. Eve girmeden önce başlığını eskisi gibi başına yerleştireceğim. Bana verdiğin sihirli yemek sayesinde şeklimi değiştirme gücüne sahibim artık. Bu yüzden gece şahini olarak geleceğim ve başarılı olduğumu haber vermek için öteceğim. Topuzunuzu hazırlayın, geldiğim zaman kullanmam gerekebilir.”
Derin Ses, konuşmaya başladığında neler diyeceğini bilmiyordu ama büyücü ona baktıkça, kelimeler dilinden dökülmeye başladı. Ondan önce bu maceraya atılmış diğer delikanlılara dair işittiği hikâyeler ve büyücünün o gece ona anlattıklarından sonra Derin Ses, başlayacağı görev için endişeliydi. Erkenden uyanıp kendisine gösterilen yöne doğru yola çıktı.
Uzakta başlığı gördüğünde yakınında kimselerin olmadığını düşünmüştü ama yaklaşınca başlığın çevresini saranların bir ağaçtaki yapraklar kadar çok olduğunu gördü. Bu kadar çok insanın arasından öylece geçemeyeceğini anlayınca kendini bir sinekkuşuna çevirip başlığa iyice yaklaştı ama bir okun isabet etmesinden korktuğu için dokunmadı.
Başlık, uzun bir direğe bağlanmıştı ve kimseye fark ettirmeden onu oradan hiçbir kuş alamazdı. Bu yüzden Derin Ses, kendini karahindiba çiçeğine çevirip başlığın içine girdi. Gümüş parmaklarını iplerin altına ve arasına yerleştirip ipleri çözdü, sonra yavaşça başlığı kaldırdı. Böylesi küçük bir varlık için çok ağırdı bu başlık.
Aşağıdaki kalabalık başlığın hareket ettiğini görünce bağırışıp peşinden koşturdular. Peşinden giderken bir yandan da başlığı ok yağmuruna tutuyorlardı. Okları engelleyen rüzgâr, ters yöne esmeye başlayınca Derin Ses zaman kazanarak kuş şeklini aldı. Bir gece şahininin bedenine bürünmüş olarak büyücünün evine doğru hızla uçarken işaret olarak belirlediği gibi ötmekteydi.