bannerbanner
Yunan ve roma mitolojisi
Yunan ve roma mitolojisi

Полная версия

Yunan ve roma mitolojisi

Язык: tr
Год издания: 2023
Добавлена:
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
3 из 5

Bu açıklama bizi bu tanrının farklı heykelleri hakkında düşünmeye sevk eder. Apollon, heykellerinde daima genç bir görünüme sahiptir ve sakalsızdır. Tasvirlerinde güçlü ve yakışıklıdır, başı kümelenmiş sarı saç lüleleriyle kaplıdır. Görkemli bir yüz ifadesi taşımasına karşın çehresinden neşe veren bir dinginlik yayılır. Genellikle tanrının betimlenmesinde izlenen orijinal ve temel tipleme işte böyledir. Bu tipleme esasen Büyük İskender’in saltanatına karşı yapılan Peloponez Savaşı’nın ardından gelişen geç Attika ekolüne ait Skopas ve Praksiteles tarafından geliştirilmiştir. Skopas’ın başlıca eseri, tanrıyı ayaklarına kadar uzanan cüppe içinde ve elinde liriyle bir Pythian Citharoedus olarak temsil eden mermerden bir heykeldi.

Bu paha biçilmez eser Augustus tarafından Palatino Tepesi’nde inşa ettirilen tapınak için yaptırılmıştı. Skopas’ın genç çağdaşı olan Praksiteles ise genç Apollon’u bir kertenkeleyi kovalarken betimlediği (Apollo Sauroctonos15) bronz heykeli ile epey ün kazandı.

Mevcut sanat eserlerinde bazen savaşçı ve intikam peşinde koşan bir ilah düşüncesi de bulunur. Bu gibi durumlarda tanrı tamamen ya da neredeyse çıplak bir şekilde, yalnızca bir ok kılıfı ve yay ile silahlanmış olarak temsil edilir. Diğer durumlarda ise uysal ve iyiliksever bir çehresi bulunur. İşte o zaman elindeki ut ve tamamen üstüne örttüğü chlamys (pelerini) ile ayırt edilir. Mevcut tüm heykelleri arasında türün ilk, en güzel ve meşhur olanı Belvedere Apollonu olup 1503 yılında Anzio yakınlarındaki Nettuno’da keşfedilmiştir. Şu an ise Vatikan’da bulunmaktadır. Bu eserde galip bir ilahın görkemli öz bilinci taklit edilemez biçimde bütün bir duruşunda açığa çıkar. Sağ eli ile bacağı bir ağaç gövdesine yaslanmış, sol elini ileriye doğru içinde muhtemelen korku ve dehşet sembolü olarak aegis’i tutmaktadır. Ağaca tırmanan yılan ise tanrı tarafından mağlup edilmiş karanlığın güçlerinin sembolüdür (11. Şekil). Fevkalade güzelliğinin daha belirgin anlaşılması için Belvedere Apollonu’nun başının daha büyük bir gravür çizimine de yer verdik (12. Şekil).

Floransa Sanat Galerisi’nde Apollino adıyla anılan savaş sonrası dinlenen bir gencin heykeli, güzelliği bakımından hiç de azımsanmayacak bir eser niteliğindedir. Tamamen çıplak olan vücudunun biçimi mükemmel derecede ince ve narindir. Tanrı sol koluyla bir ağaca yaslanmış, sol elinde yayını kayıtsızca tutmaktadır. Diğer yandan sağ elini düşüncelere dalmış gibi başına doğru kaldırmıştır. Napoli

11. Şekil: Belvedere Apollonu. Vatikan.


12. Şekil: Belvedere Apollonu’nun Başı.


Müzesi’ndeki Farnese Apollonu da buna eş derecede zarif bir görünüşe sahiptir. Tanrı, bu heykelde sağ eli tellerin üzerinde süzülürken sol elinde lir tutan bir müzisyen olarak tasvir edilir. İcra ettiği sanata adanmışlığını gösteren neşeli yüz ifadesi muhteşem bir güzelliğe sahiptir. Antikçağ insanları tarafından bile müzik seven kuşlar olarak kabul edilen ve ayaklarının dibinde duran kaz, kendinden geçmiş bir biçimde sanki cennetten dökülen tınıları içiyor gibi görünür.

Tanrıyı uzun bir İyonya kıyafeti içinde bir Pythian udi olarak temsil eden bu çalışmalardan neredeyse kadınsı bir figür ve hayalperest bir yüz ifadesi seziyoruz. Bu tür eserlerin en önemlileri arasında; daha önceden Barberini Musa olarak adlandırılan ve bir şekilde daha sakin tavırlar sergilediği belirtilen Münih koleksiyonundan Apollon Citharoedus ile heykelin çok canlı dans eder gibi hareketiyle tanımlanan ve genelde Skopas’ın daha önce bahsettiğimiz başyapıtının bir taklidi olarak görünen Vatikan koleksiyonundan Apollon Musagetes isimli heykel bulunur. Defne yapraklarından taç giymiş tanrının yüz hatlarına insanüstü ve saf bir ilham yayılmış gibidir. Tınılarına şarkılarıyla eşlik eder gibi görünen büyük liri göğsünden çaprazlama geçen bir kemere asılmış ve uygun bir biçimde bozguna uğramış rakibi Marsias’ın portresiyle süslenmiştir.

Son olarak zarif Apollon Sauroctonos (Kertenkele Katili) heykelinden de bahsetmek gerekir. Suretlerinden birçoğu günümüze dek ulaşmıştır ve en önemlisi Vatikan koleksiyonuna ait mermerden yapılmış bir heykeldir. Çocukluk ile ergenliğinin ortalarında görünen tanrının narin figürü, üzerinde bir yılanın yukarı doğru süründüğü ağaç gövdesine kaygısızca yaslanmaktadır. Tanrı, okuyla ağaca çivilemek için uygun anı yakalamak üzere hevesli bir şekilde yılanın hareketlerini izlemektedir.

Apollon’un başlıca simgeleri yay, ok, ok kılıfı, defne yapraklarından tacı ve liridir. Bunlara kehanet güçlerinin sembolü olarak üçayak ve omphalos16 (navel17) eklenebilir ve ikincisi Delfi’deki tapınakta yeryüzünün merkezini simgelemekte olup Apollon sıkça bunun üzerinde otururken temsil edilmektedir. Tanrı ayrıca yakın zamanlarda Dionysos’un tiyatrosunda bulunan mermer bir heykelde olduğu gibi omphalos’un üzerinde ayakta duru vaziyette de görünmektedir. Kutsal hayvanları kurt, dişi geyik, yarasa, kuğu, kaz ve yunustur ve son üçü müzikten hoşlanan varlıklardır.

13. Şekil: Apollon Citharoedus. Münih.


5. Artemis (Diana):

Artemis, ikiz erkek kardeşi Apollon’un dişi suretidir ve fiziksel görünüşü bakımından ele alındığında onunla tam olarak uyumludur. Tıpkı onun gibi güzel ve merhametli bir ilahtır. Yine onun gibi bazen insanlara ölüm ve yıkım dağıtır. Apollon gibi fidanların gelişmesine yardımcı olur, şeytani ve ahlaksız olan her şeye onun kadar düşmandır. Yay kullanmada Apollon kadar beceriklidir. Bundan da sıkça yararlanır, üstelik sadece canavarları yok etmek için değil, arada sırada insanların küstahlığını cezalandırmak için de kullanır. Niobe’nin çocuklarının ölümü buna kanıttır. En sevdiği eğlence avlanmaktır. Ok kınını ve yayını kuşanıp bir grup nimfa (orman perisi) eşliğinde dağlarda ve vadilerde gezinir. Takip bittiğinde tatlı su kaynağında yıkanmaktan ya da kıl payı üstün geldiği perilerle etrafı çevrili bir şekilde çiçekli çayırlar üzerinde sevdiği danslardan birini başlatmaktan zevk alırdı. Annesi Leto’nun kalbi ise sevgili kızının masum oyunlarını izlerken neşeyle dolardı.

Bakire bir tanrıça olarak, özellikle evliliklerine dek koruyucusu olduğu ve kendileri için iffet örneği sağladığı genç kızlar tarafından saygı görür. Bir geyiğe dönüştürülen ve sonra kendi köpekleri tarafından parçalanan Akteon’un hikâyesi, Artemis’in bakire iffetine verilen zararın cezasız kalmadığını gösterir (Bu hikâye için Thebai efsanelerine bakınız).

Artemis, tıpkı erkek kardeşi Apollon’un güneşle açıkça özdeşleştirilmesi gibi aslen ay tanrıçası olarak görülür. Ancak bu anlayış dinlerin birbirine karıştığı günlere kadar giderek zayıflamış, sonra yeniden canlanmıştır. Artemis sıkça Selene ya da Phoebe (Luna) ile karıştırılmıştır.

Yunanların ulusal Artemis’i, aslında adına Lakonya’da insan kurbanlar sunulan zalim ve karanlık ilah Artemis Orthia’dan oldukça farklıydı. Likurgus bu barbar geleneği kaldırdı fakat onun yerine yıllık festivalinde tanrıçanın heykeli önünde birkaç erkek çocuğun zalimce kırbaçlanmasına neden oldu. Bu, Agamemnon’un Yunanlar Truva’ya yola çıkmadan önce kızı İfigenia’yı Aulis’te sunmak üzere olduğu aynı Artemis’tir. Tauris’te İskitlerin de insan kurban ederek gönlünü aldıkları bir tanrıçaları vardı. Bu durum onun Artemis Orthia ile karıştırılmasına neden oldu. İfigenia’nın tanrıça tarafından Tauris’e nakledildiği ve oradan kardeşinin yardımıyla tanrıçanın heykelini Yunanistan’a getirdiğine dair hikâye ortaya çıkmıştır.

Bizim için “Efeslilerin Dianası” olarak bilinen Efesli Artemis, bahsedilenlerin hepsinden oldukça farklıydı. Aslında bir Helen ilahından çok Asyalı bir tanrıydı.

Önceden Yunan Artemis olarak tanımlanan Romalı Diana, aynı şekilde aslen bir ay tanrıçasıydı. Bu itibarla Tusculum yakınlarındaki Algidus Dağı’nda çok eski bir mabede sahipti. Yunan Artemis’i gibi o da kadınların koruyucu tanrıçasıydı ve doğumda kadınlar tarafından kendisine dua edilirdi. Her ne kadar Yunan evli kadınları, bu hususta daha fazla korumayı Hera’nın ellerinde arasalar da benzer bir durum Artemis için de geçerliydi. Bununla birlikte Servius Tullius tarafından Latin Birliği’nin koruyucu ilahı yapıldıktan sonra Roma’da mutlak bir siyasi önem kazanmıştır. Nitekim Aventine Tepesi’nde kutsal bir koruya ve tapınağa sahip oldu.

Artemis geç Attika ekolünün ustaları arasında gözde bir tema olmuştur. Daima genç, narin, çevik ve kadınsı dolgunluklardan yoksun olarak temsil edilir. Avlanmaya düşkünlüğü genellikle taşıdığı ok kılıfı, yayı, ormanın sık çalılıklarından serbestçe geçmesini sağlayan yüksek kuşaklı elbisesi ve Girit sandaletleriyle açıkça gösterilir.

Mevcut heykellerden en meşhuru Tivoli’deki Hadrian Villa’sından gelen Versay Dianası’dır (14. Şekil). Artık Louvre koleksiyonunun başlıca parçasıdır ve güzellikte ona denk olmayan Belvedere Apollonu’nun değerli bir refakatçisidir. Bu heykelde tanrıça kadın avcı olarak değil, daha çok vahşi hayvanların koruyucusu olarak görünür. Sanki tam avlanmış bir geyiği kurtarmaya geliyormuş gibidir ve avcılara öfkeli bir ifadeyle baktığı anlaşılır. Sağ eliyle ok kılıfından bir ok kavramakta ve sol eliyle yayı tutmaktadır.

Vatikan koleksiyonundaki gerçekten güzel bir heykel, tanrıçayı en çarpıcı pozuyla tasvir ediyor. Ölümcül okunu henüz göndermiş ve hevesle yerine ulaşmasını izlemektedir. Yanındaki av köpeği iz sürme arzusuyla ileri atılmak üzeredir, dolayısıyla vahşi bir hayvan olduğu açıkça anlaşılıyor. Sol elinde tuttuğu yayı hâlâ gergin dururken sağ elindeki okunu henüz doğrultmuş durumdadır. Bir ayağını âdeta zafer hissiyle kaldırmıştır ve vücudunun tamamının duruşu onurlu bir galibiyet sevincini ifşa etmektedir. Diana’nın başlıca simgeleri arasında yay, ok kılıfı, mızrak, ışık ve hayat dağıtma gücünün sembolü olarak meşale bulunur. Dişi geyik, köpek, ayı ve yabandomuzu onun adına kutsal sayılırdı.

14. Şekil: Versay Diana’sı.


6. Ares (Mars)

Zeus ile Hera’nın oğlu Ares, çarpışmaların bilge dağıtıcısı Athena’dan açıkça ayırt edilebilen ölümcül ve yıkıcı yönüyle savaşın temsilcisidir. Aslen, fırtına kaplı gökyüzünün canlı bir örneğini olması muhtemeldir. Homeros’a göre evi haşin ve kasvetli fırtınaların yurdu olan Trakya’dır. Her ne kadar Yunanistan’da çok yaygın bir şekilde kendisine tapınılmasa da bu bölgenin savaşçı sakinleri arasında büyük saygı görür. Homeros, İlyada eserinde kaba ve “insan katili” savaş tanrısını özellikle canlı renklerle betimler. Burada sadece savaşın vahşi şamatasından zevk alan, kavga ve katliamdan asla bıkmayan bir ilah olarak görünür. Baştan aşağı pirinçten zırhla kaplanmıştır; tepesinde kuştüyü dalgalanan miğferi, havaya kaldırdığı mızrağı ve sol kolunda boğa derisinden kalkanıyla önüne çıkan herkesi şiddetli öfkesiyle devirerek savaş alanında gezinir. Gücünü müthiş kıvraklığıyla birleştirir ve Homeros’a göre tanrıların en çeviğidir. Ancak ne kadar kuvvetli olursa olsun Atina’daki savaşta Athena tarafından mağlup edilir. Mütevazı cesaretin çoğunlukla fevri şiddetten başarılı olduğunun aşikâr göstergesi.

Ares’in her zamanki yardımcıları ve hizmetçileri Korku ve Terör’dür. Bazı yazarlar tarafından oğulları olarak tasvir edilirler fakat Homeros’ta ona karşı dövüşürler. Yunanistan’daki başlıca mabetleri hakkında söylenecek çok şey yoktur. Thebai’de veba tanrısı sayılır ve başka her yerde Hephaistos’un eşi olarak görünen Afrodit ona eş olarak verilmiştir. Onun sayesinde Kadmos ile evlenip Thebai’deki Kadmos ırkının kadın atası olan Harmonia’nın babası olmuştur. Atina’dan yerel bir efsaneye göre Poseidon’un bir oğlunu katletmesi, Areopagos’un18 kurulmasına neden olur. Ares burada intikam tanrısı olarak görülürdü. Alcamenes tarafından yapılan meşhur bir heykel Atina’daki tapınağını süslemektedir. Ayrıca Sparta’nın savaşçı insanları arasında Ares’e tapınmak oldukça yaygındı.

Bu ilaha Roma’da, Mars ya da Mavors adı altında çok daha büyük bir saygıyla tapılmıştır. Hatta en eski İtalyan kabileleri arasında bile önemli bir yer edinmiş gibi görünüyor. Ancak burada ona barışçıl hayvan yetiştiriciliği ve çiftçilik uğraşları sebebiyle pek ilgi göstermedikleri savaş tanrısı olarak değil, kışın güçlerine karşı zafer kazanan bahar tanrısı olarak ibadet ediliyordu. İlkel insanların, sürülerinin ve tarlalarındaki mahsullerin bolca olması için aradıkları onun cömertliğiydi. Kötü havalar ve yıkıcı salgınlara karşı koruma için yalvardıkları Mars’tı.

Ancak savaşçı Roma’da bu ilah, kısa süre içinde barışçıl karakterini bir kenara bıraktı ve savaş tanrısının görkemli zırhını kuşandı. Hatta Roma devleti ve halkının Jüpiter’den sonra en önemli tanrısı olduğu kabul edildi. Numa, ona kendisine ait bir rahip verip onuruna Salii papazlık müessesesini yarattı ya da inşa etti. Kutsal efsaneye göre önemli olay bu vesileyle gerçekleşmiş oldu. Kral Numa, bir gün Palatino Tepesi’nin eteklerindeki eski saraydan genç Roma devletinin iyiliği ve korunması için ellerini kaldırıp Jove’ye yakarıyordu. Bu sırada tanrı lütfunun bir emaresi olarak göklerden dikdörtgen bir pirinç kalkan (ancile) indirmişti. Numa, daha sonra Mars’ın kalkanı olarak bilinen bu kalkanın dikkatlice korunmasını sağladı. Çalınmasını engellemek için bir sanatçıya kalkanın aynısından on bir tane daha yapmasını emretti. Bunların korunması adına Roma’daki en soylu ailelerden seçilmiş on iki, tam olarak kalkanların sayısı kadar, rahipten oluşan Salii Papazlık Okulu’nu kurdu. Her yıl Mars için kutsal sayılan mart ayında kutsal kalkanları kuşanıp Roma’nın sokaklarında geçit törenine katılıyor, savaş dansları edip antik savaş şarkılarını söylüyorlardı. Kral Numa’nın döneminden sonra “Baba Mars”a ibadet etmek giderek popülerleşti. Sefere çıkılacağı zaman Roma ordusu ayrılmadan önce imparator, her defasında eski saraydaki tanrının mabedine giderdi. Orada Mars’ın heykelinin kutsal kalkanı ve mızrağına dokunup “Kolla bizi Mars!” diye haykırırdı. Popüler inanışa göre ordu savaşa giderken tanrı kendisini gizleyerek önlerinden gidermiş ve bu nedenle “Gradivus” ismini almış. Lukanlar ve Bruttianlara karşı yapılan savaşta (MÖ 282) konsül üyeleri saldırıya geçip geçmeme konusunda tereddüde düştüğünde boylu boslu ve yakışıklı, ismi meçhul bir genç, birlikleri düşman karargâhına saldırıya geçmek üzere cesaretlendirmiş ve duvara ilk tırmanan olmuştur. Daha sonra bu gence hak ettiği pahalı ödülü verebilmek için arandıklarında ardında hiçbir iz bırakmadan gözden kaybolduğunu fark etmişler. Bu kişinin Baba Mars’tan başkası olamayacağını düşündüklerinden, konsül üyesi Fabricius onun adına üç gün boyunca şükran kutlaması yapılmasına karar vermiş.

Böylece Mars savaşta elde edilen tüm ganimet üzerinde makul bir hak elde etmişti. Yenilginin nedeni ise insanların olağanüstü bir kefaretle engellemeye çalıştıkları gazabına atfediliyordu.

Yaygın inanış Mars’ı, iffetli bir bakireyle birlikteliği sayesinde Roma şehrinin efsanevi kurucuları olan Romulus ile Remus’un babası kılmıştır. Eşi, Nerio gibi görünür fakat Nerio Roma’da hiç saygı görmemiştir.

Mars’ın hizmetinde, şimdiye kadar bahsedilen Yunan ilahlarına hesap veren Metus ve Pallor’u ve Yunanistan’da olmasa da Pontus ve Kapadokya’da tapınılan ve Enyo’ya karşılık gelen kız kardeşi Bellona’yı görüyoruz. Bellona’nın Campus Martius’ta bir tapınağı vardı.

Romalı gençlerin ünlü talim alanı olan Campus Martius (Mars’ın Sahası), Quirinal Tepesi’nden batıya Tiber Nehri’ne kadar uzanıyordu ve savaş tanrısına adanmıştı. Sezar’ın katillerini devirdikten sonra Augustus, yani manevi babası, Mars adına güzelliği ve ihtişamıyla tanrının diğer tüm tapınaklarını geride bırakan Yunan stilinde bir mabet inşa ettirdi. Tapınağın üç kolonu, artık tarihe karışan görkemin sessiz tanıkları gibi hâlâ dimdik ayakta duruyor. Mars’ın onuruna mart ayında çok sayıda festival düzenlenmiştir. Saliilerin geçit töreni festivalin başlıca etkinliğini oluşturuyordu. Bunun yanı sıra festivalde yarışmalar ve oyunlar da bulunuyordu. Ayrıca ekim ayının ortasında Mars onuruna iki tekerlekli araba yarışları düzenleniyordu. Yarışta zafer kazanan takımın arabasının solundaki atın tanrıya sunulması geleneği hüküm sürüyordu. Şehrin en eski iki konutunda yaşayanlar, katledilen hayvanın başı uğruna çarpışıyordu. Atın başına sahip olmanın muazzam bir bereket getireceği düşünülüyordu.


15. Şekil: Mars Ludovisi.


Antik dönem sanatçıları Mars’ı uzun boylu ve güçlü bir genç adam olarak temsil etmişlerdir. Atikliği de gücü kadar göze çarpar. Karakteristik özellikleri arasında kısa kıvırcık saçları, küçük gözleri, şiddetli ve ihtiraslı doğasını simgeleyen geniş burun delikleri bulunur. Mevcut heykelleri arasında en meşhuru Roma’daki Ludovisi Villası’nda bulundan Mars Ludovisi’dir. Çoğunlukla bunun Skopas’ın bilinen çalışmasının taklidi olduğu varsayılır. İlah bu çalışmada savaşın ardından dinlenirken temsil edilir. Doğal mizacındaki sertliğin yerine, daha mülayim bir ruh haline bürünmüş gibi görünür. Ayaklarının dibine çömelmiş vaziyette duran küçük aşk tanrısı, sanki en vahşi ve zapt edilmesi güç olanın bile onun emirlerine uymak zorunda olduğunu görmekten memnunmuş gibi Mars’ın yüzüne yaramaz, sevinçli bir gülümsemeyle bakar. Bu da ilahın neden böyle sakin bir ruh halinde olduğunu göstermektedir (15. Şekil). Mars Ludovisi, biraz geç bir döneme ait olsa da Yunan asıllı orijinal bir eserdir. Diğer yandan Louvre’daki Mars Borghese şüphesiz Roma asıllıdır. Hephaistos’un becerisiyle dondurulmuş Ares’i temsil ettiği düşünülmektedir.

Bu iki temel heykelinin yanı sıra Münih koleksiyonundaki Mars büstünden de bahsetmek gerekir. 16. Şekil’de gravür çizimini verdiğimiz alışılmadık derecede etkileyici baş figürüyle ayırt edilmektedir.

Mars’ın simgeleri miğfer (av köpeği ve griffon figürleriyle süslenmiş), kalkan ve mızraktır. Kutsal hayvanları ise kurt, at ve ağaçkakandır.

16. Şekil: Ares’in büstü. Münih Heykel Sergisi.


7. Afrodit (Venüs):

Afrodit, İlyada destanında Zeus ve göklerin tanrısının eşi olarak Pelasglar arasında büyük saygı gören nem tanrıçası Dione’nin kızı olarak temsil edilir. Ancak bu anlatı zamanla, sonraki şairler arasında yaygınlaşan başka bir hikâyeyle yavaşça yer değiştirir. Bu şairler, Afrodit’in denizdeki köpüklerden doğduğunu ve sırf bu nedenle ona göre kutsal sayılan Kıbrıs’ta ilk defa karaya çıktığını aktarır. Muhtemelen doğanın yaratıcı ve üretken güçlerinin canlı örneği olduğundan, köken itibarıyla kesinlikle oryantaldir. Yunanlar arasında güzellik ve cinsel tutku tanrısı olarak yer alır.

Ozanlar arasında oldukça yaygın olan düşüncenin kesinlikle tanrıçanın bütün karakterini içermediğini hatırlamamız gerekir. Bu sadece, fevkalade güçleri sayesinde doğal ve bitkisel dünyada tüm tohumların hızlıca canlandığı baharın tanrıçası olan Afrodit Pandemos’un (eski Afrodit) karakterini yansıtır. Kendisine bereket ve refah dağıtıcısı olarak saygı duyulan bir gök tanrıçası olan Afrodit Urania isminde başka bir ilah vardır. Ayrıca rüzgârlarla dalgaları kontrol edip gemilere uygun ve bereketli bir geçiş sağlayan ve gemilerle denizcilerin koruyucu ilahı olan Afrodit Pontia’dan (denizlerin Afroditi) da bahsedebiliriz. Yunan denizlerindeki sayısız ada ile limanda Afrodit’e yaygın bir şekilde tapıldığı için bahsi geçen karakterlerinden ikincisinin en yaygın olarak saygı duyulduğunu farz edebiliriz.

Ozanlar, Afrodit’i sihirli gücüne en zekilerin karşı koyamayacağı, tüm tanrıçalar içinde en güzel tanrıça olarak betimler. Hatta vahşi hayvanlar bile onun gücünün farkına varıp kuzu gibi etrafını sarmışlardır. Aksi halde anlaşılması güç olan bu gerçeğin kısmi açıklamasına göre; tanrıçaya istediğinde kullanmaktan vazgeçip başkalarına ödünç verebildiği, aşk doğuran meşhur sihirli bir kuşak bahşedilmiş. Bu şekilde diğerlerinde tutkuların coşmasını sağladığından kendisi de bunun etkisinden uzak kalamamış. Bu durumun ispatı, aslında birbiriyle bağdaştırılması kolay olmasa da tanrılar ve ayrıcalıklı ölümlülerle yaşadığı sayısız aşk hikâyesidir. Kocasının bazen Ares bazen de Hephaistos olduğu söylenir. Aslen Limni’de ortaya çıkan ikinci söylenti daha yaygındır. Bunun nedeni muhtemelen tanrıçaların en güzel ve sevimlisini topal ve çirkin ateş tanrısıyla eşleştirmedeki tuhaflığın malum bir cazibesinin olmasıydı. Afrodit ile Hephaistos’un birleşmesinden herhangi bir çocuğun dünyaya geldiği söylenmiyor. Ancak Eros ve Anteros ile Deimos ve Phobus’tan, Ares’ten doğan çocukları olarak bahsedilir. Yerel mahiyetteki diğer efsaneler ise onu genellikle Dionysos ya da Hermes ile eşleştirir.

Yakışıklı Adonis’e olan aşkıyla ilgili söylence ise Asya kökenli olup Yunanistan’a ulaşıncaya dek çeşitli değişikliklere uğramıştır. Hikâyenin başlangıcı kolayca diğerlerinden ayrılabilir niteliktedir. Açıkça doğanın sonbaharda çürümesi ve baharda yeniden dirilmesini temsil eder. Afrodit’in şefkatle sevdiği Adonis, avlanırken bir yabandomuzu tarafından öldürülmüştür. Tesellisi olmayan kaybının üzerine Afrodit, acınacak bir şekilde Baba Zeus’a onu yeniden hayata getirsin diye yalvarır. Zeus sonunda Adonis’in yılın yarısını gölgeler diyarında diğer yarısını yerüstünde geçirmesine razı gelir. Adonis’i hayattan mahrum kılan bu canavar, şiddetli soğuğuyla doğadaki her şeyi çürüten dondurucu kışın yegâne sembolüdür.

Truva anlatısında Afrodit önemli bir rol oynar. Paris’in, aşığı Helen ile kaçmasına yardım ettiği için savaşın asıl sebebidir. Bu yardım Paris’in, güzellik ödülünü Hera ya da Athena yerine Afrodit’e armağan ettiği meşhur hükmünün mükâfatı olmuştur. Onun dışında Truvalı prens Ankhises de Afrodit’in lütfundan yararlanmıştır, ilişkileri sayesinde Afrodit dindar kahraman Aeneas’ın annesi olmuştur.

Tanrıça her daim talihsiz âşıklara yardım etmeye hazır gibidir. Nitekim kahraman Peleus'a, güzel deniz perisi Thetis’i elde etmede yardım etmiştir. Diğer yandan aşırı gurur ve kibirden dolayı gücüne karşı koyanları şiddeti bir şekilde cezalandırır. Bu durum üvey annesinin aşkı aracılığıyla perişan ettiği Atina Kralı Theseus’un oğlu Hippolytos’un efsanesinde ve bir orman perisi olan Echo’nun aşkını küçümsediği için bir türlü hoşnut olmayan, kendini beğenme lanetiyle cezalandırılan yakışıklı genç Narkissos’un anlatısında açıkça görünür.

Mevsimler ile Güzellikler, Afrodit’in hizmetçileri olarak karşımıza çıkar. Görevleri onu giydirip donatmaktır. Ayrıca evlilik tanrıçası Hymen ya da Hymenaios’un yanı sıra Eros, Pothos ve Himeros (Aşk, İstek ve Arzu) ona eşlik eder.

Romalı Venüs (güzel olan), ilk İtalyan kavimler tarafından bahar tanrıçası olarak kabul edilmiştir. Bu nedenle tomurcuklanma ayı olan nisan, onun için kutsal sayılır. Başlangıçta insanlar arasında medeni uyum ve sosyalleşmeyi teşvik etmede hayırsever bir etkiye sahip olduğu yorumuna dayanarak belli bir sosyal saygınlık elde etmiştir.

Yunanların Afrodit’i ile özdeşleştirilmesinin ardından, yavaş yavaş yalnızca duygusal aşk ve tutku tanrıçası haline gelmiştir. Başlıca üç tapınağı bulunur. Bunlar Venüs Murcia, Venüs Cloacina ve Libitina’dır. Bu soy isimlerden ilki, Venüs’ü mersin tanrıçası (mersin ağacı saf aşkın bir simgesi olarak görülür) olarak göstermektedir. Tapınağı Aventine Tepesi’nin yamacında bulunur ve buraya Ancus Marcius’un yerleştirdiği Latinler tarafından inşa edildiği düşünülür.

Venüs Cloacina (arındırıcı) tapınağının, Sabin kadınlarının iğfal edilmesinin ardından Romalılar ile Sabin halkının uzlaşmasının anısına inşa ettirildiği söylenir. Libitina soy ismi ise cesetlerin tanrıçası olduğunu gösterir. Cenazeler için gerekli tüm araçlar bu tapınakta tutulurdu ve hizmetlileri aynı zamanda şehrin umumi cenaze levazımatçılarıydı. Bu şaşırtıcı durum karşısında okur olarak, nasıl olur da aşk ve zevk kraliçesi Venüs’ün böyle bir özelliği olur diye merak edebilirsiniz. Ancak başka her alanda olabileceği gibi son derece zıt kutuplar bir araya gelebilir. Ayrıca antik insanların mitolojik kavramlarına alışık olanlar, yeryüzü tanrılarının durumunda daha iyi anlayabileceğimiz bu çifte mizaca pek şaşırmayacaktır.

Bu antik dönem tapınaklarına Farsalus Muharebesi’nde verdiği sözü yerine getirmek üzere evlilik tanrıçası Venüs Genetrix adına Jül Sezar tarafından yaptırılan bir başkası eklenmiştir.

Afrodit ya da Venüs herkesin bildiği üzere antik dönem sanatçıları arasında özellikle yaygın bir tasvir konusu olmuştur. İster keski ister fırça kullanarak aşkın tüm cazibesiyle donatılmış en mükemmel dişi güzelliğe anlam katma görevi, sanatçıları sürekli çabalarını yenilemeye teşvik etmiştir. Venüs’ün heykellerinin yapımına çıplakların en az itici göründüğü tanrılar arasında genç ve yakışıklının temsil edilmesine kendini adayan geç Attika ekolünün ustaları özellikle girişmişlerdi. Praksiteles tarafından yapılan Knidos Afroditi, bu üstadın en önemli eseriydi ve Knidos halkı bundan o kadar çok gurur duyuyorlardı ki tanrıçanın resmini paralarının üstüne bastırdılar. Tanrıçayı tamamen çıplak resmetmeye cesaret etmiş olmaları, hem yaygın inancın azalması hem de sanatın bozulmasının işareti sayılabilir. Bundan itibaren tapınaklar için yapılan heykeller hariç Venüs ile akrabası olan ilahları çıplak betimlemek yerleşik bir gelenek halini aldı. Venüs ayrıca heykellerinde şişman bir vücut ile ayırt edilir ama yine de incelik ve narinlik birleşimi de mevcuttur. Çehresi ovaldir. Gözleri çok iri olmamakla birlikte mahzun bir ifadeye sahiptir. Ağzı küçük, yanakları ile çenesi dolgun ve yuvarlaktır.

На страницу:
3 из 5