bannerbanner
Anadolu'nun Sırları
Anadolu'nun Sırları

Полная версия

Anadolu'nun Sırları

Язык: tr
Год издания: 2023
Добавлена:
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
4 из 5

Aziz Nikolaos Heykeli, Demre, Antalya


Yaşamı boyunca başka birçok mucizeyi gerçekleştiren Nikolaos, Myra halkını kıtlıktan kurtarmış, Akdenizli gemicileri fırtınalardan korumuş, böylece “Dümenini Aziz Nikolaos tutsun,” dileği gelenek olmuştur. İmparator Konstantin’e karşı komplo kurmakla iftiraya uğrayan üç generali, imparatorun rüyasına girerek idamdan kurtarması da onun en yaygın bilinen mucizelerinden biridir. Bu mucizelerinden dolayı çocukların ve denizcilerin koruyucu azizi olarak kabul görmüştür. Yunanistan ve Rusya’da en yüksek azizlik mertebesine ulaşmıştır. Mezarının bulunduğu Myra kenti ise bir Ortodoks hac merkezi haline gelmiştir.

Tahmini olarak 6 Aralık 343’te vefat ettiğinde naaşı piskoposluk yaptığı Myra’da bugün Noel Baba Kilisesi olarak bilinen yerde mermer bir lahdin içine konmuştur. Bugün bu kilisenin bulunduğu yerdeki Myra Antik Kenti’nin görkemli ve ilgi çekici kaya mezarları ona eşlik eder. Vefatından sonra ünü azalmamış hatta artmıştır. Doğu Roma imparatorlarından II. Theodosius döneminde (MS 408-450) yaşadığı Myra kenti dini ve idari bakımından Likya’nın metropolitliği yani başkenti olmuştur. MS 529 yılında İmparator I. Iustinianus döneminde meydana gelen depremde yıkılan St. Nikolaos Kilisesi’nin yerine yenisi inşa edilmiştir. MS VI. yüzyılda Rosallia gününde din adamlarını bir araya getiren Synod, Myra’da toplanmıştır. Aziz Nikolaos Kilisesi de asıl popülerliğini bundan sonra kazanır ve o günden sonra da hac merkezi olarak ziyaret edilmeye devam eder.15

IX. Konstantinos Monomakhos ve eşi Zoe tarafından 1042 yılında bu kiliseye bağışta bulunulmuştur. Hacıların, din adamlarının ve dindar kimselerin ziyareti zaman içerisinde artmış, ünü doğduğu Anadolu topraklarının dışına, Avrupa’ya, Rusya’ya hatta İskandinav ülkelerine kadar ulaşmıştır. Dünyanın birçok ülkesindeki kiliselerde ikona ve fresklerde tasvir edilmiş, adına dünyada iki binden fazla kilise yapılmış ve mucizeleri dilden dile dolaşır olmuştur. Fakat bu ününün bir kötü etkisi olacak ve 1087 yılında Barili İtalyan korsanlar onun kemiklerini lahdinden çalarak memleketlerine kaçıracaklardır. Orada Aziz Nikolaos adına inşa edilmiş bazilikaya (Basilica Di San Nicola) götürmüşlerdir. Bugün Bari’de yapılan ve Ortodokslar tarafından kutsal sayılan ikonalar tüm dünyaya satılmaktadır.

Aziz Nikolaos Kilisesi’nin bulunduğu bölge daha sonra Selçuklu Sultanı II. Kılıç Arslan döneminde (1155-1192) Türklerin kontrolüne geçmesine rağmen Myra kentindeki dini işleyiş devam etmiştir. Bunda Türklerin ele geçirdikleri topraklardaki insanların kültür, dil ve dinlerine karşı gösterdikleri saygılı yönetim anlayışı etkin olmuştur. Hatta Selçuklu Sultanı II. Kılıç Arslan, kilisenin onarımı için bağışta bulunmuştur. Manastır ve kiliseye bağışta bulunan son kişi ise Rus Çarı I. Nikolay’ dır (1825-1853).



Günümüzde her yıl 25 Aralık’ta İsa’nın doğumunun Hıristiyanlar tarafından kutlandığı Noel zamanlarında ortaya çıkan Noel Baba imajının öyküsü ise oldukça ilginçtir. Her şey 1929 yılında tüm Amerika’yı altüst eden, binlerce şirketin iflas etmesine sebep olan ekonomik krizle başladı. Krizden etkilenen şirketler arasında bugün tüm dünya tarafından tanınan ve içeceklerinin saniyede sekiz bin adet tüketildiği hesaplanan Coca-Cola da vardı. Pazarlama ve satış konusunda başarılı bu şirket krizden korunmak için çareyi reklamlarda buldu. Bu reklam öyle etkili olmalıydı ki insanların psikolojik olarak depresif olduğu bu dönemde hem yüzlerini güldürebilmeli hem de onlara umut vermeliydi. Aranan çare ise 1931 yılında İsveçli çizer Haddon Sundblom’dan geldi. İskandinavya’dan gelen bu çizer Almanya doğumlu olan Amerikalı karikatürist Thomas Nast’ın 1881 tarihli Noel Baba çizimini kendi toprakları olan İskandinavya mitolojisindeki Tanrı Odin’in mitosuyla birleştirir. İskandinav mitolojisine göre Odin, uçan atı Sleipnir ile avlanmaya gittiğinde, çocuklar Sleipnir için çizmelerinin içine havuç ve saman koyup şöminenin yanına asarlardı. Odin’in bu iyilik karşılığında çocuklara hediye ve şekerlemeler getirdiğine inanılırdı. Sundblom buradaki atı İskandinavya’da bulunan Ren geyikleri ile değiştirmiş ve Coca-Cola’nın renkleri olan kırmızı-beyaz renkli kıyafetler giydirmiştir. Şişman, beyaz sakallı, uçları beyaz kürklü kırmızı bir kıyafet giyen, siyah kemerli, siyah çizmeli, kırmızı şapkalı bu yeni Noel Baba’nın insanlara neşe ve umut veren gülümsemesiyle artık imaj tamamlanmıştır. Coca-Cola bu başarılı reklamını başta sinemalar olmak üzere her yerde yayınladı. Reklam tahmin edilenden daha başarılı oldu çünkü reklamlarda çocukları kullanması yasak olduğu için bu portföye dilediği gibi ulaşamıyordu. Coca-Cola Company reklamlarda çocukları doğrudan resmetmeden ürününü çocuklara satmanın başka yolunu bulmuştu; Noel Baba.

Amazonlar

Bugün dünyada kadın haklarını (haklı olarak) savunma ve kadın-erkek eşitliğini insanlara öğretme gayreti içinde olan kadınlarımız, feminist olarak adlandırılmaktadır. Oysa Anadolu’da üstelik günümüzden binlerce yıl önce anaerkil bir toplum yaşam sürmekteydi. Doğan çocuklar günümüzde babalarının adlarıyla çağrılırken, anaerkil toplumda annelerinin adlarıyla çağrılırlardı. Anadolu’daki en büyük inanç ve tapınma Ana Tanrıça Kybele’ye yönelik olmuştur. Ana Tanrıça’dan başka bir bölümde bahsedeceğim fakat bu bölümde, Anadolu’da yaşamış, dünyanın ilk feministleri sayılabilecek savaşçı kadınlardan, Amazonlardan bahsedeceğiz.

Amazonlar; yaklaşık dört bin yıl önce Anadolu’nun kuzeyindeki hırçın denizin adını taşıyan bölgede, adına Helenistik ve Roma dönemlerinde Pontus denilen, bugün Sakarya’nın doğusundan Gürcistan sınırına kadar olan Karadeniz Bölgesi’nde, güzel ve güçlü kadınlarıyla meşhur, eski adıyla Amisos olarak bilinen Samsun’un Terme Çayı (Thermedon) kıyısında kurmuş oldukları Terme (Themiskyra) kentinde yaşamaktalardı.

İlk önce Amazon sözcüğünü inceleyelim. Bu sözcüğün Anadolu’da pek eskiden kullanılmış bir dile ait olduğu söylenir. Bazı bilginler de oklarının yaylarını daha iyi çekebilmeleri için, kadınların çocukken sağ memelerini kestiklerini ve bundan dolayı kendilerine “memesiz” demek olan Amazon adı verildiğini ileri sürerler. Ama gerek kabartma taş, gerek resim olarak Amazonları temsil eden binlerce sanat eserinin hiçbirinde Amazonlar tek memeli olarak gösterilmemiştir. Bazen sağ memeleri örtülüdür. Ancak örtünün altında mükemmel bir memenin sipsivri kabarmakta olduğu besbellidir. Başka bilginlere göre ise Amazon’un “A”sı, şiddet ve kuvvet anlamına gelir. “Mazon” da meme demektir. Bundan ötürü bu sözcük, memesiz değil, fakat erkekçe savaştıkları için geniş ve güçlü kuvvetli göğüslü ve memeli demektir. Daha başkalarına göre “A”, Türkçedeki “maz” eki gibi olumsuzluk takısıdır. “Mazo” da “dokunmak” demektir. Bunlara göre Amazon, kendilerine erkek tarafından dokunulmaz olan kadın demektir.16


Amazonlar tablosu, Landesmuseum, Oldenburg Almanya


Amazon Kraliçesi Friz Heykeli


Amazonlar, anaerkil bir toplumda yaşadıkları için doğurganlığı ve bereketi simgeleyen Ana Tanrıça Kybele’ye tapınırlardı. Sonraları Yunan mitolojisinde Kybele’nin özdeşi olan yine bereketi ve doğurganlığı simgeleyen bir ana tanrıça olan Artemis’e tapınırlar. Yaşadıkları toplumda erkekleri ile eşit şartlarda yaşayan, onlarla hayatı paylaşan, beraber at binip savaşan, söz sahibi olan kadınlardı. Fakat Anadolu’ya Kafkaslardan göçen bu toplum, zamanla Anadolu halkları ile kaynaşmış ve bunun sonucu olarak bir kültürlenme meydana gelmiştir. Amazon kadınlarının, Anadolu’da yaşayan halklardan olan Yunanlardan, eşlerinin Yunan dininin baş tanrısı Zeus’u öğrenerek kibirlenmesinden ve onlara üstünlük gayesine girmesinden sonra bu duruma öfkelendikleri ve onlardan ayrı yaşamaya başladıkları düşünülür.


Amazon Kadını Mozaiği


Yılda sadece bir kez, kendilerine yakın bir kabiledeki erkeklerle bir araya gelirler. Bunun amacı topluluklarının devamı için yeni doğacak çocuklara ihtiyaçları olmasıdır. Doğan çocuk erkek ise babasının olduğu yere bırakılır, kız ise aralarına alıp eğitirlerdi. Kısacası erkeklere düşmanlık beslememiş, sadece erkeksiz bir yaşamı tercih etmişlerdir. Amazonların lideri bir kraliçedir, fakat kraliçe de sadece savaşlarda onlara komutanlık etmek dışında tüm haklar bakımından diğer tüm kadınlarla eşit olmuştur. İlk Amazon kraliçesi olarak “Hippolyte” adı bilinir. Tabii ondan başka adı efsanelere karışmış ve ünlenmiş başka Amazon kadınları da vardır. Bunlardan en meşhurları; Truva Savaşı’na katılmış Amazonların Kraliçesi olan ve Yunanlı ünlü kahraman Akhilleus (Aşil) tarafından öldürülmüş Penthesilea, Gorgoları yenen Myrina, Herakles tarafından öldürülen Asteria, İskender zamanında yaşamış Amazon kraliçesi Thalestris sayılabilir. Ayrıca Sinop (Sinope) ve İzmir (Smyrna) şehirlerini kuranların ve ismini verenlerin Amazon kraliçeleri olduğu söylenir.

Savaşlarda Amazonlar çoğu kez süvari olarak labris denilen, iki yanı keser, kısa savaş baltalarından başka ok, yay, kargı ve mızrak kullanırlardı. Piyade olarak savaştıkları da olurdu. 17

Amazonlar çılgınca naralar atarak at üzerinde savaşırlarken adı labris olan çift ağızlı bir balta kullanırlar. Bu baltanın sapının ucuna aralarında boşluk olmamasına özen göstererek bir ip sararlar. Baltanın ucunda birbirine sıkı sıkı sarılı olan bu ipin adı “faşi”dir. Günümüzde birbirine sıkı bir şekilde bağlı olan aşırı milliyetçiliğe “faşizm” denir. İşte faşizm kelimesinin etimolojik kökeni bu Amazon baltasının sapına dayanır.18

Tarih bilimciler Amazon kadınların atalarının Sarmatyalı kadın savaşçılar olduğunu düşünmektedir. Sarmatlar, anaerkil bir toplum olan ve kadınlarıyla birlikte at binen, savaşan bir halktır. Orta Asya’da doğan ve Türklerin atalarından olan bu halk zamanla Güney Rusya’ya, Kafkaslara oradan Anadolu’nun kuzeyindeki Karadeniz Bölgesi’ne gelmiştir.

Amazon kadınları bugüne kadar pek çok ünlü tabloya, heykele, filme, tiyatro oyunlarına, kitaplara ve TV dizilerine konu oldu.

MÖ V. yüzyılda bir Amazon heykeli yapılması için Efes’te yarışma açılmış. Bu Amazon kadını heykellerinden bazıları günümüze kadar ulaşmıştır. En meşhurları Roma Capitoline Müzesi’nde yer alan “Yaralı Amazon” heykeli ve Vatikan’daki “Amazone Mattei” heykelleridir. Ayrıca Rubens’in ünlü “Amazon Savaşçısı” tablosu da en tanınmış eserlerden birisidir.

İspanyol kâşif Francisco de Orellana, 1542 yılında Güney Amerika’ya yaptığı seferler sırasında nehir kenarında yaşayan uzun saçlı yerlilerin saldırısına uğradıktan sonra bu olayı notlarında “kadın savaşçıların saldırısı” olarak tanımladığı için bu nehre “Amazon Nehri” adı verilmiştir.

Asi, savaşçı, tutkulu, becerikli, özgüvenli ve seksi ifadeleri ile ünlenen bu kadınların sadece efsanelerden ibaret oldukları düşünülüyordu. Ancak bu efsane olarak görülen görüşün yanlış olduğunu ve Amazonların gerçekte yaşamış olduklarını kanıtlayabilecek ilk ciddi çalışma Dr. Jeanine Davis Kimball tarafından yapılmıştır. Dr. Kimball “Amazon Kadınları” olarak bilinen teorisini içeren araştırma çalışmalarını “Savaşçı Kadınlar Amazonlar” isimli bir kitapta yayınlamıştır.


Amazon Heykeli, Terme


1994 yılında arkeolojik kazı çalışmaları yapmak üzere, o vakitler Rusya sınırlarında bugün ise Kırgızistan’ın sınırları içerisinde olan Pokrovka köyüne giden Amerikalı arkeolog Dr. J.D. Kimball, bölgede gömülü pek çok mezar buluntusunu ortaya çıkarmıştır. Ekibiyle beraber bu mezarları incelediklerinde içerisindeki iskeletlerin çoğunun kadınlara ait olduğunu ve bu kadınların silahları ve eşyalarıyla beraber gömüldüklerini keşfetmiştir. Ayrıca mezarların bir kısmı eski şaman ve göçebe Türk geleneklerinde kutsal kabul edilen ve “Kurgan” olarak bilinen dini önderlere aittir. Bilimsel incelemeler neticesinde, Kurganların içindeki iskeletlerin tam da Amazon kadınlarının yaşadığı varsayılan döneme ait olan ve silahlarıyla birlikte gömülen savaşçı kadınlar olması, Dr. Kimball’ın aklına iki soruyu getirmiştir. Bunlar: “Amazon kadınlarına ait mezarlar olabilir mi?” ve “Bugün yörede yaşayan kadınlar onların soyundan mı gelmektedir?”

Bölgede uzun süre incelemelerde ve gözlemlerde bulunmuş olan Dr. Kimball, Kazak ve Kırgız diyarlarında yaşayan göçebe Türk toplumlarında hâlâ sürmekte olan kadın erkek eşitliğine dayanan yaşam tarzını, eşitlikçi iş bölümünü, kadınlara toplumda verilen değer ve saygınlığı, at binmede olan ustalıklarını, hatta toplumların bazılarında kadın önderlerin bulunduğunu gözlemlemiştir. Ayrıca mezarlarda bulduğu DNA örnekleri ile yörede yaşayanların DNA örneklerini karşılaştırdığında ortaya büyük oranda benzerlik çıkmasını, aynı soydan geldiklerinin kanıtı olarak kabul etmiştir.

Toplumun önemli bir parçası ve bireyi olarak kadınlar; doğurgan, savaşçı ve anaçtır. Orta Asya Türk toplumlarından kalan bu miras aslında günümüzde Türk kadınlarında varlığını genetik olarak sürdürmektedir.

Amazonların bir vakitler yaşadığı Karadeniz kıyılarında günümüzde yaşayan kadınlarımızda esasen hâlâ Amazon ruhu görülebilmektedir. Anaç, özgüvenli, cesur ve güçlü kimliğiyle Karadeniz kadınları, bugünün Amazonları olmaya devam etmektedirler.

Samsun ilimiz için Amazon kadınları önem verilen değerlerden biridir. Bu sebeple Samsun Büyükşehir Belediyesi ile On Dokuz Mayıs Üniversitesi’nin ortak çalışma yürüttüğü proje ile 2010 yılında Batı Park alanında adına “Amazon Adası” denilen yere bir “Amazon Köyü” kurulmuştur. Amazon Köyü içerisinde, balmumundan yapılmış ve Amazon kadınlarının yaşamlarından sahnelerin tasvir edildiği birçok heykel bulunmaktadır. Amazon Adası, Amisos Tepesi yamaçlarında 50 bin metrekarelik bir alanda kurulmuştur. Ada, sizi girişte dev bir amazon heykeli ve bu heykelin iki yanında bulunan iki adet devasa Anadolu aslanı heykeliyle karşılar. Amazon kadınlarını unutturmak istemeyen Samsun, Terme ilçesinde her yıl yaz aylarında sadece kadınların katıldığı ve at binip ok attığı “Uluslararası Amazon Çevre ve Kültür Festivali” düzenlenmektedir. Yolunuz düşerse Amazon ruhunu hissetmeden bu güzel şehirden geçmeyin.

Hesiodos ve Tanrıların Doğuşu

Hesiodos, Yunan ilk çağının Homeros’tan sonra en büyük ozanı olarak kabul edilir. Didaktik şiirin ilk örneklerinden kabul edilen iki önemli eseri günümüzde halen basılmakta ve okunmaktadır. Er Gai Kai Hemerai (İşler ve Günler) adlı eserinde; çalışma, hak, hukuk, adalet, erdem, düzen, doğruluk gibi kavramlara değinerek ve bu konularda öğütler vererek çiftçilik, denizcilik, ticaret konularında bilgiler verir. Yunan Arkaik Çağı’ndaki günlük yaşam hakkında kaynaklık etmesi bakımından da önemlidir bu eser. Yaşadığı çağa ışık tutmuş, böylece tarihçilere edinilmesi zor bilgileri sunmuştur. Bir diğer eseri olan Theogonia’da (Tanrıların Doğuşu) ise Yunan tanrılarının ortaya çıkışını, Zeus’un başa geçişini ve yetki paylaşımı yapışını, tanrıların soylarını anlatır ve öncesinde Homeros’un eserlerinde anlatılan son derece kalabalık ve karmaşık görünen Yunan tanrıları dünyasını daha düzenli ve kurgusal anlatmaya çalışmıştır. Bu sayede Yunan tanrılarının kozmolojik kökeni, varoluşları ve vazifeleri hakkında bugün bile bir başvuru kaynağı olarak kabul edilen, daha anlaşılabilir ve Yunan inanışını bir anlamda standartlaştırmış bir eser olmuştur. Hesiodos’un yaşamı hakkında bilgi edinebileceğimiz tek kaynak yine onun eseridir (İşler ve Günler). Eserinin bazı bölümlerinde kendine ve hayatına dair kesitler sunmuştur. İşler ve Günler adlı eserinde kardeşi Perses’e tarım işleri ve denizcilik hakkında öğütlerde bulunurken şöyle der:

“Babamız gibi yap sen de, koca budala Perses,O da bir gün daha güzel yaşama umuduylaAştı engin denizleri bırakıp ardındaAiolya’nın Kyme kentini,Geldi buralara kara gemisiyle.Bolluktan, zenginlikten, rahattan değil,Kör olası yoksulluktan kaçıyordu,O Zeus’un insanlara reva gördüğü yoksulluktan.Geldi Heliko’nun eteğindeBu lanetli Askra’ya yerleşti,Bu kışı sert, yazı çekilmez, tatsız kasabaya.”

Yukarıdaki kesitten anlayacağımız üzere baba yurdu Aiolya’nın Kyme kentidir. Gemisi ile yük taşıyan babası geçinemediği için Askra’ya göç etmek zorunda kalmış. Böylece Hesiodos, kendi ağzından bize Anadolulu olduğu söyler. Bahsettiği Aiolya, Batı Anadolu’nun Ege kıyısındaki bir bölgenin adıdır. Kyme kenti ise; İzmir’in Aliağa ilçesi yakınlarında bulunan, bugün Nemrut Limanı olarak adlandırılan, deniz kıyısında bir koydaki antik kenttir. Bu koyun eski adı Namura’dır. Babasının ekonomik sorunlardan dolayı göç ettiğini söylediği Askra ise, Antik Yunanistan’da Korint Körfezi’nin kuzeydoğusunda yer alan bir bölge olan Doeotia’daki kentin adıdır. Bugün bu antik kentin bulunduğu yerde yaşayanların övünç kaynağı, ünlü Hesiodos’un buralı olmasıdır. Birtakım batılı tarihçiler tarafından kasıtlı olarak çarpıtıldığını düşündüğümüz bu bilgiyi bizzat Hesiodos’un kendisi yalanlamaktadır zaten. Bu orijinden saptırmaların amacı; Anadolu’nun sahip olduğu kültürel zenginlik, çeşitlilik ve tarihsel önemi Batı’ya mal etme çabasıdır. Böylelikle tüm dünya tarafından imajı ve önemi daha çok artması gereken Anadolu yerine, dikkat ve ilgi Batı’ya yönlendirilmek istenmiştir. Nitekim birçok ilke ev sahipliği yapan ve tarihe damga vurmuş önemli şahsiyetlerin doğduğu yerler, herkes tarafından çok daha saygı duyulan topraklar olacaktır. Hesiodos’un doğduğu ve atalarının yaşadığı kent Batı Anadolu’nun Ege kıyılarıdır. Kendi ağzından bunu söylememiş olsa dahi eserlerinin dilinden onun Aiolya kaynaklı olduğu zaten anlaşılacaktır.

MÖ VIII. yüzyılda yaşamış bu ünlü ozanın eserleri dikkatle incelendiğinde, yaşadığı dönemin sosyoekonomik durumu hakkında bilgi edinmek mümkündür. Nüfusun artmaya başlaması, ticaretteki hızlı artış, yeni kolonilerin kurulması, kıymetlenen arazilere sahip olunmasındaki güçlük ve bunun sonucu olarak rekabetin artması beraberinde adaletsizlikleri de getirir. Hesiodos, İşler ve Günler adlı eserinde böyle bir dönemde namusu ile ekmeğini kazanan bir çiftçinin hayatını idealize etmiştir. Amerikalı ekonomist, filozof, tarihçi Murray Newton Rothbard, Hesiodos’un İşler ve Günler eserinde verdiği bilgiler sebebiyle onun ilk ekonomi ve iktisat tarihçisi olarak kabul edilebileceğini söyler.

Eserinde dike (adalet) konusunu işler ve adaletin insan yaşamındaki hukuki ve ahlaki sonuçlarına dikkat çeker. Kendisi de kardeşi Perses tarafından haksızlığa uğramıştır. Babasından miras kalan topraklardan adaletsiz biçimde kendi hakkı olandan fazlasını isteyen kardeşini kısa yoldan zenginleşmeye çalışan bir açgözlü olmakla suçlar.

İşler ve Günler eserinde kendi yaşamına ve yaşadığı çağdaki gözlemlerine dayanarak adaletsizliğe ve haksızlığa karşı öğütlerini okuruz. Hesiodos’a göre insan ırkı bir öncekinden daha yozlaşmış beş ırka ayrılır. Bunları şöyle sıralamıştır: Altın, Gümüş, Bronz, Kahramanlar ve Demir çağları. Ona göre insanlık, başta adil ve hakkaniyetli iken çağlar geçtikçe yozlaşmış ve ahlaki değerlerini yitirmeye başlamıştır. Kendisinin de haksızlıkların olduğu bir çağda yaşadığını düşünür ve gelecekte insanlığın adalete ve ahlaka değer vermediği çağda kaçınılmaz olarak kendi sonunu getireceğini böylelikle yok olacağını öngörür. Böyle bir sondan kaçınmanın tek yolunun güçlünün güçsüzü ezip hükmetmemesi, adil ve hakkaniyetli olunması yoluyla mümkün olabileceğini öğütler.



Homeros ile Hesiodos arasındaki belki de en büyük fark eserlerinde temsil ettikleri sınıflardır. Homeros, destanlarında kralları, kahramanları, onların yaşadıkları görkemli sarayları yüceltip konu edinirken; Hesiodos çoban, çiftçi, küçük toprak sahibi insanların yaşantısı ile avam olarak görülen ve önemsenmeyen başka bir sınıfın temsilcisidir. Belki de bu yüzden Hesiodos, Homeros’un gölgesinde kalmıştır.

“Şimdi krallara bir sözüm var,Ne kadar söz bilir kişiler olsa da krallar:Atmacanın biri alaca boyunlu bülbüle demiş,Ama ne zaman demiş, göklerde bulutlar arasındaBülbülü sıkarken yaman pençelerinde,Zavallıcık inlerken keskin tırnaklar gövdesinde,Şöyle demiş atmaca bizimkine bütün hışmı ile:Ne bağırıyorsun be, pis ufaklık?Senden daha güçlü birinin elindesin.Ne kadar güzel türkü söylersen söyle,Seni ben götüreceğim istediğim yere,Orada ya yiyeceğim seni kıtır kıtırYa da dilersem koyuvereceğim seni.”

Dizelerinde güçlü olanın her zaman haklı olmadığını, haklı olanın ise bazen çaresiz kaldığını anlatır bizlere.

Hesiodos, insani değerleri ön plana çıkararak yaşadığı dönemin toplumuna ahlaki bir pusula olmuş, adalet anlayışı ile medeni toplumun şekillenmesine katkıda bulunmuş ve kendinden sonraki nesillere ilham kaynağı olmuştur. Öğütleri çeşitlidir. Yine İşler ve Günler eserinde çalışmanın faziletini şöyle dile getirir:

“Çalış ki açlık bulunduğun yerden kaçsın …Tanrılar da insanlar da kızar o kimseye kiHiçbir işe yaramadan yaşar,Bal yapmaz yaban arılarına benzer,İşten kaçıp başka arıların balını yer.”

Bir diğer önemli eseri Theogonia’da (Tanrıların Doğuşu), Olympos tanrıları arasındaki Prometheus vasıtası ile öğütler verir insanlara. Zeus’un haksızlıklarına dayanamayan ve ona başkaldıran Prometheus ile adaletsizliğe karşı direnişi anlatır.

“Zeus baba tahtına oturur oturmazBaşladı her tanrıya şeref payı vermeye,Devletinin katlarını önem sırasına koymaya.Bu arada zavallı ölümlüleri düşünmekAklının ucundan bile geçmedi,Tersine, soylarını ortadan kaldırmak,Bambaşka yeni bir soy yaratmak istiyordu.Bu tasarıya kimse karşı çıkmadı benden başka,Bir tek ben göze alabildim bunuVe kurtardım insanları, önledimHades’in karanlıklarında yok olup gitmelerini.”

Fakat hakkın ve adaletin savunuculuğunu yapmak için ateşi Olympos’tan çalıp insanlara hediye etmesini cezasız bırakmaz Zeus. Dağa zincirleyip kartala yem eder Prometheus’u. Sürekli tekrarlanan böylesi bir ıstıraba mahkûm eder. Aslında ateş, uygarlığı sembolize eder. İnsanın ancak haksızlıklara başkaldırıp bilinçlenmesi ile uygarlığa erişebileceğini anlatır bu mitos bize.

“Evet, ben, kara bahtlı ben başımı bu dertlere soktumİnsanlara iyilik edeyim derken.Bir gün bir narthex kamışı içindeÇaldım götürdüm insanlara ateşin tohumunu.Bu tohum bütün sanatların anahtarı oldu,Bütün yolları açtı insanlara.”

Ateş, Yunanca “narthex” denilen bir kamışın içinde hediye edilmiş insanoğluna. Dionysos adına düzenlenen oyunlarda ve festivallerde Bakkha’ların (din görevlileri) ellerinde tanrısal coşku ile salladıkları bu kamış bugün Anadolu ve Ege kıyılarında çeşitli isimlerle bilinir. Bu kamışa sadece antik çağlardan kalma kentlerin bulunduğu yerlerde rastlanır. Bugün bir narthex görürseniz, bilin ki çevresinde arkeolojik bir kalıntı mutlaka vardır.

Hesiodos, ekmeğini topraktan çıkarma çabası veren Batı Anadolu’dan, göçmen bir ailenin çocuğudur. Ailesi göç etmek zorunda kalmış olsa bile atalarının topraklarındaki değerleri yaşatmayı bilmiştir içinde. Bugün Anadolu’da hâlâ köklü bir gelenek olan komşuluk ilişkilerine de önem vermiştir.

“Komşunun kötüsü beladır, iyisi bir hazine

Конец ознакомительного фрагмента.

Текст предоставлен ООО «Литрес».

Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

1

Halikarnas Balıkçısı, Altıncı Kıta Akdeniz, s. 29

2

Halikarnas Balıkçısı, Altıncı Kıta Akdeniz, s. 33

3

John Freely, Işık Doğu’dan Yükselir, s. 35

4

Doç. Dr. Kamıran Birand, İlk çağ Felsefesi Tarihi, s. 7

5

Halikarnas Balıkçısı, Anadolu’nun Sesi, s. 57

6

Doç. Dr. Kamıran Birand, İlkçağ Felsefesi Tarihi, s. 14

7

Diogenes Laertios, Ünlü Filozofların Yaşamları ve Öğretileri, s. 266-267-272-273-280

8

Bergama Kültür ve Sanat Vakfı, Bergamalı Lokman Hekim Galenos, s. 6

9

Bergama Kültür ve Sanat Vakfı, Bergamalı Lokman Hekim Galenos, s. 12-13

На страницу:
4 из 5