
Полная версия
Basit Düşün
Davranışsal Kavrayış Ekibi’nin yakın bir dostu olan Dilip Soman ve meslektaşı Min Zhao tarafından gerçekleştirilmiş bu araştırma, bu kitap boyunca sık sık işleyeceğimiz türden, ezber bozan bilgiye güzelce ışık tutmaktadır. Birden fazla hedef belirlemenin yaratacağı sorun, zamanla bu hedeflerden hangisinin en önemli olduğunu düşünmeye başlamanızın kaçınılmaz olmasıdır. Böylece her bir hedef zaten sınırlı olan bilişsel “dalga boyunuza” sahip olmak için yarış içine girecektir. Soman ve Zhao, para biriktirenlerin zihinlerinde yer kaplayan her bir karmaşık ödün mekanizmasının (çocuğun eğitimi için biriktirilen her kuruş, emeklilik birikimine eklenmemiş bir kuruştur) nihayetinde ana hedef odaklarının bozulmasına (para biriktirememek) yol açacağı sonucuna varmıştır30. Hedeflere ulaşılması zor olduğunda bu yan etkiler daha da göze çarpar hale gelir. Çoğul ve zorlayıcı hedefler, bu tür akıl karışıklıklarını daha da belirgin kılar ve tek bir hedefe odaklanmanın önemli olduğu savını daha da güçlendirirler31.
Bir Hint kasabasında gerçekleştirilen araştırmanın şimdiki durumunuzla uzaktan yakından ilgisi yokmuş gibi görünüyorsa Batı dünyasında yaşayan insanların da kendilerine bir sürü karmaşık hedef belirleme eğiliminde olduklarını hatırlamak faydalı olabilir. Biz bunlara yeni yıl kararları deriz. Hepimizin başına gelmiştir. Yeni yılın ilk günüdür, muhtemelen bir önceki gece fazla içmişizdir ve bu sene her şeyin değişeceğine kadar veririz. Zinde olacak, daha az içip kilo verecek ve daha fazla tasarruf edip muhteşem bir iş bulacağız… Daha da önemlisi tüm bu şeyleri hemen şimdi yapacağız. Aynı durum kurumlar için de geçerlidir. Yöneticiler ekibin bu sene uzun bir liste dolusu performans göstergesini darmaduman edeceğine karar verirler. Aynen az önce bahsettiğimiz tasarruf çalışmasında olduğu gibi, eğer birden fazla iddialı hedefin peşinden koşarsak, çabalarımızın sonuçsuz kalacağını görürüz çünkü bu hedeflerden yalnızca birini başarmaya yetecek miktardaki bilişsel çabamız, diğer amaçları başarma ihtimalimizi baltalayacaktır32. Bir diğer deyişle, birçoğumuz için problem hedefsiz olmak değil, çok fazla hedefe sahip olmaktır. Bu nedenle, bir önceki bölümde kâğıda dökmenizi rica ettiğimiz hedeflerinize dönüp aralarından yalnızca bir tanesini seçmenizi istiyoruz.
Ana hedefinizi belirlemenin yollarından biri de, refahla ilişkilendirilen beş unsuru düşünüp, (hedefiniz ister gönüllülük, ister maraton koşusu, ister yeni bir işe girmek, ister çocuklarla daha fazla zaman geçirmek, ister işyerindeki ekibinizin performansını artırmak, ister kilo vermek olsun) sizin ve başkalarının refahını ne kadar artıracağını göz önünde bulundurarak her bir amacınıza birle on arasında puan vermek olabilir. Aynı zamanda kapasitenizin neyi başarmanıza yeteceği konusunda gerçekçi olmalısınız. Yine de başarıya ulaşma ihtimalinizi düşünmek yerine, bu hedefler hakkında ne kadar tutkulu ve onlarla ne kadar ilgili olduğunuzu düşünerek bir ile on arasında bir değerlendirme yapmanızı istiyoruz. Bu ayrım, işler zora girse bile, uğruna uzun süre dayanıklılık ve tahammül göstereceğiniz bir hedefe odaklanmanızı sağlayacaktır. Yani Homeros'a ilgi duymuyorsanız kendinize antik Yunanca öğrenmeyi hedef edinmeniz mantıklı olmaz. Tutku ve refah denen bu iki mercek, umuyoruz ki hedeflerinizi başka bir ışık altında incelemenize yardımcı olacaktır. Ana hedefinizin ne olması gerektiğine anında karar veremiyorsanız, uzun listenizi yakınlarınızla paylaşmanız mantıklı olabilir. Bazen eşiniz, restoranda sizin için daha kolay yemek seçebilir çünkü sizin ne yemekten hoşlanacağınız konusunda sizden daha fazla gözleme sahiptir. Aynı durum çoğu zaman, özellikle de işinizi değiştirmek ya da büyük bir projeye başlamak gibi önemli durumlarda, hayattaki hedefleriniz için de geçerli olacaktır.
Şimdi tek ve temel bir amacınız olduğuna göre, başarının nasıl göründüğü hakkında da net olmaya başlamanız gerekecek. Yani kendinize belirgin bir hedef belirlemeniz gerekiyor. Sayılamayacak kadar çok araştırma göstermektedir ki kilo vermek, işyerinde verimlilik, sigarayı bırakmak, oy vermek, kan bağışında bulunmak gibi çeşitli konularda bile, kesin bir hedef belirlemenin sizi istediğiniz sonuca ulaştırma ihtimali, yalnızca “elinizden geleni” yapmanızdan çok daha yüksektir33, 34, 35. Sorun ise bunun sandığımız kadar kolay olmamasıdır. Çoğumuz hedef belirlerken takdire şayan tercihlerde bulunsak da odaklanmakta yetersiz kalırız. “Kilo vermeye” ya da “Fransızca öğrenmeye” ant içsek de pratikte bunun ne anlama geleceği konusunda net olmayız. Listenizdeki bazı şeylerin bu hale dönüşmüş olması normaldir. Daha zinde olmak spor salonuna daha sık gitmek anlamına mı gelir? Ama ya spor salonuna gidip de zamanınızın çoğunu sauna ya da kafede geçiriyorsanız? Buradaki önemli nokta, başarıya ulaştığınızda bunu fark etmenize ve bu bağlamda nasıl bir gelişim gösterdiğinizi tespit etmenize (daha sonra da işleyeceğimiz üzere bu, geri bildirimin hayati bir parçasıdır) imkân tanıyan net bir hedef belirlemenizdir. Örneğin “on kilo vermek”, “on saatten kısa sürede bir maraton koşmak”, “ders notlarını yüzde beş oranında artırmak,” ya da “Fransızcayı, sözlüğe ihtiyaç duymaksızın bir gazete okuyabilecek kadar iyi öğrenmek” gibi bir hedef seçebilirsiniz. Böylece bu hedeflere ulaşıp ulaşmadığınızla ilgili çok az anlam karmaşası olacaktır. Halihazırda başarılı bir atlet ya da Fransızca konuşabilen biri olmadığınızı varsayarsak, bu hedeflerle ilgili önemli nokta insanı geliştirici nitelikte olmalarıdır. Bu bölümün başındaki Sarah örneğinde gördüğümüz üzere, hedef belirlemek yalnızca bir şeyi başaracağınızı söylemek üzerine kurulu olmamalıdır. Hedef belirlemeniz sayesinde eninde sonunda refah düzeyinizi artıracak ve zamanla daha başarılı olmayı istediğiniz zorlayıcı bir göreve odaklanmış olursunuz.
Öyleyse durum değerlendirmesi yapalım. Ana hedefinizin ne olduğuna kadar verdiniz. Kendinize bir amaç edindiniz. Şimdi hedefinize hangi zaman çerçevesinde ulaşacağınızı belirlemeniz lazım. Birçok araştırma tarafından kanıtlandığı üzere, iyi niyetlerle belirlenmiş hedefler, hatta belirgin amaçlarla belirlenmiş olanlar bile, ne zamana kadar başarılmış olmaları gerektiği belirtilmediğinde kolayca suya düşebilirler. Kuponların üzerine son kullanma tarihi basmanın, insanlara onları kullanmak için sınırsız zaman vermekten daha iyi olduğunu gösteren klasik bir pazarlama çalışması, değinmeyi en sevdiğimiz araştırmalardan biridir. Kuponların kullanım sürelerinin kısa ya da uzun olması önemli olmaksızın, araştırmacıların “bitiş tümseği” dedikleri bir olgu açığa çıkar. Bir diğer deyişle, son kullanma tarihi yaklaştıkça, tüketiciler fırsatları kaçırmamak için kuponları kullanırlar36.
Konu kendimize hedef belirlemek olduğunda da tamamıyla aynı eğilimi gösteririz. Bu nedenle bağlayıcı son kullanma tarihleri belirlemek, omuzlarımıza yük bindirme ihtimali olsa da (bu konuyu bir sonraki kuralda daha detaylı işleyeceğiz) faydalıdır. Massachusetts Teknoloji Enstitüsü öğrencilerinin, makalelerini dönem sonu yerine kendi belirleyecekleri, bağlayıcı bir tarihte teslim etmelerine izin verildiğinde de aynı durum yaşanmıştır37. Belirledikleri teslim tarihini kaçırdıkları her gün için kendilerinden yüzde bir not kırılacağını bilmelerine rağmen, çoğu öğrenci kendi teslim tarihini belirlemeyi tercih etmiştir. Ancak öğrenciler bu seçimlerinin çalışmaları üzerindeki olumlu etkilerine dair önceden fikir sahibi olmuş, kendi bitiş tümseklerini oluşturmanın gücünün farkına varmışlardır. Bu tercihleri de hocaları tarafından belirlenen teslim tarihleriyle ilerlemeye karar veren arkadaşlarına oranla daha yüksek başarı elde etmelerini sağlamıştır. Peki tüm bunlar, siz ve hedefleriniz için ne anlama gelir? Elbette ana hedefinize ulaşmak için kendinize bir teslim tarihi belirlemeniz gerekmektedir. Örneğin forma girmeye karar verip bunu bir saatten az sürede 10 km koşarak başarmaya azmettiyseniz, bu başarıya en geç ne zaman ulaşacağınızı da belirlemeniz gerekmektedir.
Asıl işin henüz sabah koşunuz için yataktan bile çıkmadan ya da bir sonraki sigarayı içmekten kaçınmadan çok önce başladığı şimdiye kadar anlaşılmıştır herhalde. Asıl iş, hedefinizi nasıl belirleyeceğimizi düşünmekle başlar. Bunu doğru biçimde yapmak, tek bir hedefe odaklanmak, bu hedefle ilgili net olmak ve bir teslim tarihi belirlemek iş daha başlamadan çabalamayı gerektirecektir. Ancak hedefe daha başından emek vermek, planınıza sadık kalma ihtimalinizi artırarak emeğinizin hakkını verecektir.
3. Kural: Hedefinizi atılması kolay adımlara bölünLondra Olimpiyatları’ndaki pist bisikleti yarışlarının son günü. Chris Hoy, yarışmacıların motorlu bir hız bisikletini (Derny olarak da bilinir) takip ederek hız kazandıkları yarışmaya hazırlanıyor. Daha önce beş altın olimpiyat madalyası kazanmış Hoy, tüm zamanların en donanımlı İngiliz olimpiyat atletlerinden biri olmaya aday. Bitişe iki buçuk tur kala Derny pistten ayrılıyor ve gerçek yarış başlıyor. Grubun en önüne geçen Hoy için başlangıçta işler yolunda görünüyor. Ancak bitişe yalnızca yarım tur kala Alman atlet Max Levy öne geçiyor ve bir anlığına kazanacak gibi görünüyor. Hoy yarışın son anında hız alıyor ve İngiliz bisiklet yarışları hayranlarının oldukça aşina oldukları bir stille pedala asılıp yarışı bir bisikletin üç çeyreği kadar mesafeyle kazanıyor.
Chris Hoy o yılın tek başarılı bisikletçisi değildi. İngiliz bisiklet takımı o yılki on altın madalyanın yedisini kazanmıştı. Dönemin performans direktörü David Brailsford’a bu başarının ardında neyin yattığı sorulduğunda, atletlerin kendilerini tamamen buna adadıklarından bahsedeceği beklenebilirdi. Hoy’un haftanın otuz beş saati yaptığı zahmetli antrenmanlarını kapsayan, hatta molalarda, dinlenme süresini böler diye markete bile gitmemesini gerektiren yorucu rutiniyle ilgili uzunca konuşması bile hoş görülebilirdi. Ya da o hafta ikinci altın madalyasını kazanan Laura Trott’un performansına vurgu yapması beklenebilirdi. Fakat bunların hiçbirini yapmadı. Bunun yerine, başarı ihtimalini maksimuma çıkarmak için takımın geliştirdiği yaklaşıma dikkat çekti.
Bu yaklaşım “sıradışı kazanımlar” diye adlandırılmıştı ve her tarafından basit düşün prensipleri akıyordu. Hoy’un altın madalya kazanan performansının sabahında Brailsford’un açıkladığı üzere:
Prensip, bisiklete binmekle ilgili akla gelen her şeyi önce parçalara ayırıp, her birini yüzde bir oranında geliştirdikten sonra yeniden bir bütün haline getirerek kayda değer bir gelişim elde etme fikrinden ortaya çıktı.
Brailsford’un her şeyden kastı gerçekten de her şeydi. Bisikletlerin aerodinamiklerini analiz edebilmek için rüzgar tünelleri kullanıp bisikletleri rüzgara daha dayanıklı hale getirdi. Hijyen konusunda da bazı değişiklikler yaptı. Örneğin enfeksiyon riskini azaltmak için antibakteriyel jel kullanımını önerdi. Hatta takım kamyonunun zemini beyaza boyatıldı. Böylece bisikletin mekanizmasına zarar verebilecek her türlü toz ve kir önceden tespit edilebilecekti38. İngiliz Takımı 2016’da, yanlarında Brailsford olmadan da sıradışı kazanımları ileri boyutlara taşıyarak, küçük kazanımlar elde etmeye devam etti. Eldiven kullanmak yerine bisikletin gidonlarına sıvı tebeşir sürmeye başladılar, hatta bazı kadın atletlerin sele üzerinde otururken hissettiği acıyı azaltmak için bikini bölgesi ağdasını bile yasakladılar. Eve kayda değer altı altın madalya ile döndüler 39.
Elbette ki hepimiz olimpiyat atleti olamayız. Ya da elimizin altında İngiliz olimpiyat takımının kaynakları bulunmayabilir. Ancak benzer teknikleri, ucunda altın madalya olmadan da hedeflerimize ulaşma yolumuzda kullanabiliriz. Buna “bölümlemek” ya da hedefi bileşenlerine ayırmak denebilir. Bölümleme terimi aslen, hafıza mekanizmasıyla ilgili ortaya atılmıştır40. Örneğin uzun bir rakam dizisini parçalara ayırınca ezberlemek daha kolaydır. Bunu deneyerek görebilirsiniz. 0434756863 rakamlarını tek bir sayı halinde ezberlemeye çalışın. Tamamını hatırlayabiliyor musunuz diye görmek için kendinize on saniye tanıyın. Şimdi benzer bir rakam dizisini hatırlamaya çalışın, ancak bu kez parçalara ayrılmış haliyle: 0532-799-813. Bilgiyi zihninizde bu şekilde toparlamak daha kolay olmalı. Uzun vadeli hedeflere ulaşmaya çalıştığımızda da benzer etkiler görürüz. Uzun vadede gerçekleştirilmesini istediğimiz uzun bir aktivite listesi oluşturduğumuzda, bu listedeki her şeyi başarma ihtimalimiz, hepsini belirli adımlara ayırdığımızda sahip olacağımız başarı ihtimalinden düşük olacaktır.
Hedefi belirli adımlara bölmenin iki farklı yolu vardır. İlk yol, Brailsford sayesinde örneklendirilmiş ve en uç noktada deneyimlenmiştir. Burada hedef, nihai hedefe ulaşmak için tamamlanması gereken görevlere karar vermektir. Ülke genelindeki iş bulma kurumlarında başvurduğumuz bölümleme türü de budur. Paul ve onun gibi iş arayanlar (“Giriş” bölümüne bakınız) yalnızca “iş bulmaya” çalışmamıştır. Onlara iş bulma hedeflerini; özgeçmişlerini geliştirmek, iş görüşmeleri için uygun kıyafetler edinmek, yeterli sayıda iş başvurusu yaptıklarına emin olmak gibi belirli adımlara bölmeleri öğütlenmiştir. Siz de aynısını yapabilirsiniz. Örneğin bir maratona hazırlanıyorsanız, mantıklı bir antrenman programının, her biri koşu yetilerinizi geliştirmeye yarayacak bir dizi farklı unsuru içermesi gerekmektedir. Uygulanması muhtemel program, aralıklı antrenman türünde olacaktır. Örneğin yüksek yoğunlukta ve düşük hızda koşu egzersizlerinin yanı sıra, yüzme, ağırlık kaldırma ya da pedal çevirme türünden egzersizler yapmak, bedene iyileşme süresi tanımak için haftanın bir günü dinlenmek gibi, aralıklı bir dizi farklı metotlar içermelidir41. Aynı prensipler işyerinde de geçerlidir. Örneğin okul müdürüyseniz ve okulun performansını artırmak istiyorsanız, öncelikle öğretmen alımını nasıl gerçekleştirdiğinize, çalışanlara ne tür eğitimler verdiğinize, başarıyı artırmak için ne tür etkinlikler planladığınıza (kahvaltı etkinliği gibi) ve geri bildirim alıp verme konusunda nasıl kurallar uyguladığınıza odaklanmanız gerekir. (“Bu konu “geri bildirim” bölümünde işlenmiştir.)
Bölümlemenin ikinci türünde ise, nihai hedef zaman dilimlerine ya da devamlı görevlere bölünür. Yani tamamlamanız gereken farklı görevleri düşünmek yerine, nihai hedefinize ulaşmak için her hafta ne kadar zaman ayırmanız gerektiğini düşünürsünüz. Bu alandaki ufuk açıcı çalışmalardan biri, yarım yüzyılı aşkın süre eğitim ve psikoloji alanlarına katkıda bulunmuş ünlü psikolog Albert Bandura tarafından yürütülmüştür. Meslektaşı Dale Schunk’la birlikte, matematikte zorlanan öğrencilere yardım etmenin farklı yollarını aramışlardır42. Katılımcı öğrenciler okul ortamında matematik dersi görürler. Öğrencilere 42 sayfalık, 258 adet problem içeren bir kitapçık dağıtılır ve tüm problemleri, her biri otuz dakika süren yedi ayrı oturumda çözmeleri gerektiği söylenir. Sonrasında farklı gruplara bölünürler. Gruplardan birine her oturumda altı sayfa problem çözmeleri öğütlenir. Bu bölümleme grubudur ve nihai hedefleri onlar için altından kalkılması daha kolay parçalara ayrılmıştır. Diğer grup da aynı hedefe sahiptir ama onlara hedefi nasıl parçalara ayırabilecekleriyle ilgili bir tavsiye verilmeksizin, yalnızca yedi oturumun sonunda kırk iki sayfanın tamamını bitirmiş olmaları gerektiği söylenir. Peki, sonra ne olur? Hedeflerini parçalara bölmeleri öğütlenen çocuklar görevlerini çok daha hızlı tamamlarlar. Yalnızca diğer gruptan daha yüksek bir puan almakla kalmaz, daha önce hiç ilgilerini çekmeyen matematiğe de daha çok ilgi duymaya başlarlar. Günlük hedefleri başarmak, özgüvenlerini ve öz yeterliliklerini artırır. Her oturumda belirli bir hedefe odaklanmak, diğerlerine oranla daha iyi ve daha hızlı öğrenmelerine yaramıştır.
İkinci tür bölümleme günlük, haftalık ya da aylık olarak tekrarlamanız gereken bir göreviniz olduğunda özellikle faydalıdır. Örneğin sigarayı bırakmaya çalışıyorsanız, her seferinde yaşadığınız güne odaklanmak mantıklıdır. Böylesi hem daha basittir hem de bu sistemin içinde motive olmak daha kolaydır çünkü önümüzdeki altı ay sigarasız kalacağınızı düşünmek yerine yalnızca içinde bulunduğunuz günü düşünürsünüz. Para biriktirmek istiyorsanız yıllık ana hedefinizi aylık miktarlara bölebilirsiniz. Eğer işteki yıllık hedefi yakalamak istiyorsanız da, her ay, her hafta ve hatta her gün için belirli bir görev tanımlayarak bunu başarabilirsiniz. Bu tavsiye Profesör Bob Boice’un verdiğinden çok da farklı değildir. Profesör Boice genç akademisyenler üzerinde yaptığı bir araştırmada “günde bir sayfa” yazanların diğerlerine göre daha başarılı olduğunu keşfetmiştir. Bu kişilerin kariyerlerinde ilerleme ihtimalleri, belirli aralıklarla sabahlayarak bir oturuşta yazanlara göre daha yüksektir43. Benzer bir yaklaşım (Singapur ofisimiz de dahil olmak üzere) dünyanın çeşitli bölgelerindeki ofislerde uygulanmaya başlanmış, özellikle mühendislik, bilişim ve yazılım geliştirme alanlarında faaliyet gösteren yeni teknoloji şirketleri arasında popülerlik kazanmış çevik proje yönetimi için de etkisi kanıtlanmıştır44. Çevik yönetim, projeleri haftalık “sürat koşularına” böler ya da ekip üyeleri arasında iş bölümü yapma, öncelik sırası belirleme ya da karara varma gibi alanlarda günlük “hamle” taktiklerini kullanır.
Hedefinizi ister zaman dilimlerine ister farklı aktivitelere bölün, bölümlendirme çalışmalarının amacı, uzun vadedeki hedeflerin önemsiz olduğu sonucuna varmak değildir. Aksine, psikologlar asıl önemli unsurun, uzun vadeli hedefleriniz (“nihai hedef”) ve kısa vadeli amaçlarınız (“yakın hedef”) arasındaki etkileşim olduğu sonucuna varmıştır45. Nihai hedef, asıl hedefinize ulaşmaktaki motivasyonunuzu (Altın Olimpiyat madalyası kazanmak ya da işyerindeki performansınızı artırmak gibi) canlı tutarken, “yakın hedef” içinde bulunduğunuz anda tamamlamanız gereken görevleri (bir bisikletin aerodinamiklerini geliştirmek ya da sunum becerileriniz üzerinde çalışmak gibi) daha iyi tanımlayabilmenize yardımcı olur. Bir psikoloğun dediği üzere “uzak hedeflerinizi günlük hayatın angaryasıyla harmanlamayı”46 bilmeniz gerekir. Bölümlemenin en temel derslerinden biri, her ayrı bölümün bir araya geldiğinde nihai hedefinize ulaşmanızı sağlayacağından emin olmaktır.
Bu bölümde belirlenen üç altın kural, hedefinize ulaşma yolunuzda sizlere yardımcı olacaktır. İlk kural, kendinizin ve başkalarının refahını nelerin artırabileceğini düşünmenizi öğütler. Bunu gerçekleştirebilmenizin bir yolu olarak, hayatınızda değiştirmek istediğiniz her şeyi listeleyip sonra da refah seviyeniz üzerindeki etkisini ve de o alana karşı duyduğunuz ilgi ve tutku kriterlerini göz önünde bulundurarak bir puanlama yapmanızı önermiştik. Bu aşamada biraz zaman harcamanız gerekse de, eğer bunu yapabilirseniz tutkuyla peşinden koşabileceğiniz ve muhtemelen hayatınızı (ve etrafınızdakilerin hayatlarını da) iyileştirecek bir hedef bulmuşsunuz demektir. Bundan sonraki adım ise hedefinize ulaştığınızda size yardımcı olanların ve sizin bunun farkına varabilmeniz için başarının nasıl görüneceği hakkında kendinize karşı dürüst olmanızdır. Son olarak ana hedefi parçalara ayırmanın öneminden bahsettik. Bu küçük “parçalar” basit düşün yaklaşımının temelini oluştururlar. Bu parçalar sayesinde, büyük ve uzun vadeli hedefinizle, o hedefe ulaşmak için günlük olarak yapmanız gerekenler arasındaki bağlantıyı görürsünüz. Şimdi hedefinizi belirlediğinize göre, bir sonraki bölümde günlük hayatınızın ve rutinlerinizin ana hedefinize ulaşmanız yolunda size nasıl destek olabileceğiyle ilgili bir plan yapabiliriz.
2
PLANLAYIN
Amerika'nın 2008’deki başkanlık seçimlerine dönelim. Amerika, Obama çılgınlığına kapılmış durumdadır. Ülkenin dört bir yanından gelen genç partililer, Barack Obama’nın seçilmesi güç bir adaydan, başkanlık için yarışan güçlü bir adaya dönüştüğü, görünürde engellenemez yükselişine yardım etmek için ellerinden geleni yapıyorlardır. Başarısının büyük kısmını galibiyeti süresince ve sonrasında oy verenlerle sanal ortamda bağlantı kurmasına borçludur. Hatta bu seçim “Facebook Seçimi” olarak isimlendirilmiştir47. Bunun sosyal medya devrimini gerçek anlamda kucaklayan ilk başkanlık seçimi olduğu doğrudur. Aslında sahne arkasında, neredeyse hiç ilgi çekmeyen ama dünya üzerindeki tüm kampanyacıların dikkat etmesi bilgece olacak türden bir devrim daha dönüyordur.
Obama’nın ekibi insanların yıllardır aynı metotlarla oy vermeye teşvik edildiğini fark etmiştir. Partiye sempati duyan insanlarla iletişime geçilip bu yıl oy vermeyi düşünüp düşünmedikleri sorulmaktadır. Bu alanda geçmişte yapılmış birçok çalışma, insanlara telefon etmenin bir fark yaratıp yaratmadığını ve eğer yaratıyorsa arkadaş canlısı bir üslubun mu yoksa ciddi bir tavrın mı işe yarayacağını araştırmaktadır48. Ancak soruları şekillendirme biçiminin insanların nasıl cevap vereceğini etkilediği gerçeğinin davranış bilimi literatürünün ana alanlarından biri olduğunu göz önüne alan Obama’nın ekibi de, insanların oy vermeye gelmelerine yarayacak daha etkili yöntemler olabileceğinde karar kılmıştır.
Şu anda Harvard’da çalışan ve Davranışsal Kavrayış Ekibi’yle eğitim alanında çeşitli projelerde işbirliği içinde olan Todd Rogers ve Notre Dame Üniversitesi’nden meslektaşı David Nickerson konuya dahil olmuştur. Rogers ve Nickerson, insanların basit planlar yapmak için cesaretlendirildiği durumlarda, planları gerçekleştirme ihtimallerinin çok daha yüksek olacağı sonucunu ortaya çıkaran bir dizi psikolojik bulgudan son derece etkilenmiştir. Önerme basittir. İnsanlara oy verip vermeyeceklerini sormak yerine, nerede, ne zaman ve nasıl oy vereceklerini düşünmeye teşvik etmek gerekir. Böylece etkin planlamanın nasıl sonuçlara yol açabileceğini görmek için Pensilvanya’daki demokratik ön seçimlere katılan 300.000 kişi üzerinde, gelmiş geçmiş en büyük seçim denemesini gerçekleştirmişlerdir.
Bir grup insan standart gruba dâhildir. Bu kişiler düzenli olarak aranmış, yaklaşmakta olan seçimler ve oy verme görevleri kendilerine hatırlatılmıştır49. İkinci gruba da telefonla ulaşılmış, ancak bu sefer oy vermeye niyetli olup olmadıkları sorulmuştur. Üçüncü ve son gruba ise saat kaçta oy verecekleri, nereden gelecekleri ve öncesinde ne yapmayı düşündükleri sorulmuştur. Nerede, ne zaman ve nasıl ek soruları, plan yapılmasını teşvik etmek için özel olarak tasarlanmıştır. Seçmenlerden oy verme eylemi ve günlük yaşamları arasında basit ve kavramsal bir bağ kurmaları istenmiştir.
Peki insanların oy vermelerini sağlayan en etkin yol hangisidir? Hatırlatıcı standart telefonları (oy vermelerini hatırlatan) alan grubun oy verme ihtimalinde bir artış görülmemiştir. Oy vermeyi düşünüp düşünmedikleri sorulan grubun oy verme oranında yüzde 2 artış görülmüştür. En büyük etkiyi ise planlama mesajları yaratmıştır. Bu gruptaki insanların oy verme oranı yüzde 4,1 artmıştır. En şaşırtıcı kısım ise, oy vermeye uygun tek kişinin yaşadığı hanelerdeki insanların oy verme oranlarındaki artışın yüzde 9,1 olmasıdır. Belki de bunun nedeni, bu kişilerin özellikle de başkalarına bağlı herhangi bir planlarının olma ihtimalinin çok düşük olmasıdır50. Seçim sonuçları üzerine düşünen ve bu alana ilgi duyanlar için bunlar devasa rakamlardır. Rogers ve Nickerson’ın da belirttiği üzere, 2012’de belirli bir adayı seçenlerin oy verme oranında toplamda yüzde 2,1 artış görülseydi, seçmenlerin Florida, Kuzey Carolina ve Ohio’daki sonuçları değiştirme gücüne sahip olduğu ortaya çıkacaktı. 2008’de Florida, Indiana, Kuzey Carolina ve Missouri’deki eyalet seçim sonuçları da benzer biçimde değişebilirdi. Başka bir deyişle, bir seçim özellikle çekişmeli olduğunda, basit planlama yöntemleri seçim sonuçlarını kökünden değiştirecek güce sahipti.
Planlamanın hedeflere ulaşmadaki anahtar etmen olduğuna inanıyoruz. Ancak görüldüğü üzere, bu planları nasıl yaptığınıza dair ufak detaylar büyük önem taşır. Bu bölümdeki üç altın kural, bu detayları doğru anlamanıza yardımcı olacaktır. Bunlar:
• Basit Tutun. Hedefinize bağlı kalmak için gerekli zihinsel çabayı azaltacak ve amacınızdan saptığınız zaman farkına varmanıza yardımcı olacak türden, basit ve net kurallar belirlemelisiniz.
• Eyleme Dökülebilecek Bir Plan Yapın. Bu adımların her birini başarmak için ihtiyacınız olan her eylemi nasıl, nerede ve ne zaman yapacağınızı belirlemek başarı oranınızı artıracaktır.
• Planı Alışkanlık Haline Getirin. Aynı tetikleyici etkenlere karşılık olarak aynı eylemleri tekrarlamak, hedefinize ulaşmanızı çok daha kolaylaştıracak alışkanlıklar edinmenize yardımcı olacaktır.
1 Kural: Basit TutunOwain birkaç yıl önce, tükettiği alkol miktarını azaltmaya karar vermişti. Ne zaman işten gelip yemek hazırlamaya girişse, kendine ve eşi Sophie’ye birer kadeh şarap doldurur olmuştu. Bazen yemekle birlikte bir kadeh daha içip, eğer şişenin sonuna yaklaşmışsa televizyon izlerken kalanını da bitirirdi. Ağır içici değildi. Ancak medyada “orta sınıf içiciliği” diye tanımlanan kötü bir alışkanlığa kapılıyor olma tehlikesi vardı51. Bu tanıma göre bir kadeh şarap ya da bir bira arada sırada, keyif için içilen şeyler olmaktan çıkıp günlük rutinin bir parçası haline gelirdi. Birleşik Krallık’ta o dönem verilen tavsiyeye göre, her gün düzenli olarak tüketilen 30 ya da 40 mililitre saf alkol erkeklerde ciddi sağlık sorunlarına sebep olmasa da, bu miktarın 40 mililitrenin üzerine çıkarılmaması gerekiyordu. Bir şişe şarapta normalde ortalama 110 mililitre alkol bulunduğu göz önüne alınırsa, her gün işten gelip birkaç büyük kadeh şarap içmek bu sınırı aşma riskini doğuruyordu. Owain’e göre alkolden biraz uzak kalmak sağlığını iyileştirmekle kalmaz, belki bel çevresinin incelmesine bile yardımcı olabilirdi.